IŞİD, bir istenmedik yan üründür.
Elbette en genel çerçevede “postmodern küresel kapitalizm”in
istenmedik yan ürünüdür. Onun bünyesinde ABD’nin, Avrupa’nın,
Rusya’nın, başta Suudi Arabistan olmak üzere kapitalizmi
“yeşilleyen” İslâm ülkelerinin istenmedik yan ürünüdür.
Ama IŞİD, hem bunlarla etkileşimsel çerçevede, hem de özgün yerel,
kültürel-politik dinamikler eşliğinde aynı zamanda AKP’nin bir
istenmedik yan ürünüdür.
Şimdi El Bab’da savaştıkları, aslında bir “Dr. Frankeştayn” gibi,
imalinde pay sahibi oldukları bir canavar…
Yıllarca Suriye iç savaşında Esad’a karşı
Sünni-Selefi cihatçı unsurlarla birlikte hareket ettiler. Bu
süreçte IŞİD’le de temas ve diyalog kuruldu. O yüzden örgüt Musul’a
girip, konsolosluğumuzu da basıp insanlarımızı rehin aldığında kriz
“tatlı dil”le çözüldü!..
O dönemde örgütle temas kuran resmi yetkililerin Türkiye’ye yönelik
IŞİD eylemi olmayacağı garantisini aldıklarını bile okuduk
gazetelerde.
Tabii örgüt de bunun karşılığını aynı yıllarda Antep ve Urfa’yı
kendisi açısından yolgeçen hanına çevirerek aldı. Dünyanın her
tarafından devşirdiği elemanlar, buralardan elini kolunu sallaya
sallaya Suriye’ye geçti.
IŞİD Türkiye’de eylemlere başladıktan sonra bile militanları
Türkiye’ye girip çıkabiliyordu. En çarpıcı örnek, örgüt tarafından
Musul’a davet edilen Alman
gazeteci Jürgen Todenhöfer’in
Aralık 2014’te militanlarca Kilis’ten sınırın öbür tarafına
geçirilmesidir. Hâlbuki IŞİD bu topraklarda 300’ün üzerinde can
aldığı eylemlerinin ilkini 20 Mart 2014’te
gerçekleştirmişti!..
Demek ki şimdi kıran kırana savaştıkları örgüte de zamanında ne
istediyse verdiler!..
Bu yüzden Reina katliamcısının Emniyet’te verdiği ifadeye bakılınca
da Türkiye’nin örgüt için nasıl rahat hareket edilebilen bir “üs”
haline geldiği gayet iyi anlaşılıyor. Adam, Konya’dan İstanbul’a
gidiyor geliyor, insanlarla buluşuyor, yaşıyor, ailesini de
geçindiriyor.