Yaşar Nuri Öztürk, bizim ilk “televaiz”imizdir.
Onun bu bakımdan kariyeri, “Siyaset Meydanı” geleneğinden “Saba
Tümer” geleneğine doğru açılan geniş bir tarihsel yelpazede
karşımıza çıkar.
Ve biz Yaşar Nuri Hoca’nın, sonu başından hayli farklı ve aykırı
mecralara uzanmış bu medyatik performansına baktığımızda aslında
Türkiye’nin son 30-35 yıllık “kitle kültürü” macerasının
izdüşümlerini de bulabiliriz.
Netleştirmeye çalışalım!..
***
Yaşar Nuri Hoca “spektaküler”, yani göze hoş gelir, kendini
dinletir ve seyrettirir olmasına karşılık sonuç itibarıyla “ciddi”
bir figürdür. O yüzden “Siyaset Meydanı” geleneğine tam mânâsıyla
uygunluk arz eder.
Özel-televizyonlar çağımızın 1990’larda karşımıza çıkan ilk 10
yılının özelliği, “12 Eylül” darbe-sonrasının renksiz, bozbulanık
havasının ancak dağılır olduğu bir dönemeçte ülkenin ekranlar
aracılığıyla renk, neşe ve temaşa ile haşir neşir olmaya
başlamasıdır. Bir “açık toplum” olma kıvranışı, çeşitlenip
zenginleşen ekranlarda kısmen yansıma bulur.
Elbette bu dönemde de futbol ve magazin revaçtadır, ama toplumun
yıllarca bastırılmış bilgilenme, konuşma, tartışma ihtiyaç ve
iştahının önü de açılmıştır. Bu yüzden doyasıya, hatta sabahlara
kadar tartışma televizyon seyrinin önde gelen bir parçasıdır.
Yani dönem, “Siyaset Meydanı” ve Ali Kırca dönemidir.
Ve Yaşar Nuri Hoca da televizüel ufkumuzda bir “Siyaset- Meydanı
fenomeni” olarak belirir.
O, İslâmi pozisyon itibarıyla “püriten”dir ve bu, eğer televizyonu
salt eğlence (“entertainment”) aygıtı olarak değerlendirecek
olursanız çok cazip bir nokta sayılmaz.
Yaşar Nuri Öztürk, ne bir Adnan Hoca, ne Cübbeli Ahmet, ne de bir
Ömer Çelakıl’dır. “Folk İslâm”ın gelenekle sarmalanmış inanç
pratiklerine de; bu İslâm’ın bamtelini oluşturan tarikatlara da;
fal, medyumluk ve kehanetle sarmalanmış İslâmiparapsikolojik
mevzulara da tahammülü olmayan, “kitabî” (yalnız Kuran’a
referanslı), arınık ve normatif bir anlayış denilebilecek
püritenizmin İslâmi çerçevede kararlı bir savunucusudur o.
Yaşar Nuri Hoca, evet püritendir, ama “Selefî” de değildir. Kuran’a
sıkı sıkıya bağlılıkta belki Selefî İslâm savunucuları ile buluşsa
da o, alabildiğine modernisttir. Günün koşullarıyla uyarlı
mahiyette Kitab’ı yorumlayarak, elbette aklî şekilde dinin hayata
geçirilmesinden yana olduğunu söylemek mümkündür.
Denilebilir ki o, Selefîlik gibi, bugünü “Asr-ı Saadet”e götürmek
yerine, “Asr-ı Saadet”i bugüne, bugünün koşulları eşliğinde
getirmekten yanadır.
Bu doğrultuda 1990’ların laik- ulusalcı-Kemalist kararlılık arz
eden resmi-politik ortamına da uygun bir medyatik karakter olarak
onay görmüş, önü daha da açılmıştır.
Dolayısıyla “televaiz”likte Yaşar Nuri Hoca’nın altın çağı,
1990’lar ile 2000’li yılların başlarıdır.