Tayfun Atay Cumhuriyet Gazetesi

Siyaset Meydanı’ndan ‘Saba makamı’na

Yaşar Nuri Öztürk, bizim ilk “televaiz”imizdir. Onun bu bakımdan kariyeri, “Siyaset Meydanı” geleneğinden “Saba Tümer” geleneğine doğru açılan geniş bir tarihsel yelpazede karşımıza...

06 Haziran 2016 | 366 okunma

Yaşar Nuri Öztürk, bizim ilk “televaiz”imizdir.
Onun bu bakımdan kariyeri, “Siyaset Meydanı” geleneğinden “Saba Tümer” geleneğine doğru açılan geniş bir tarihsel yelpazede karşımıza çıkar.
Ve biz Yaşar Nuri Hoca’nın, sonu başından hayli farklı ve aykırı mecralara uzanmış bu medyatik performansına baktığımızda aslında Türkiye’nin son 30-35 yıllık “kitle kültürü” macerasının izdüşümlerini de bulabiliriz.
Netleştirmeye çalışalım!..

***

Yaşar Nuri Hoca “spektaküler”, yani göze hoş gelir, kendini dinletir ve seyrettirir olmasına karşılık sonuç itibarıyla “ciddi” bir figürdür. O yüzden “Siyaset Meydanı” geleneğine tam mânâsıyla uygunluk arz eder.
Özel-televizyonlar çağımızın 1990’larda karşımıza çıkan ilk 10 yılının özelliği, “12 Eylül” darbe-sonrasının renksiz, bozbulanık havasının ancak dağılır olduğu bir dönemeçte ülkenin ekranlar aracılığıyla renk, neşe ve temaşa ile haşir neşir olmaya başlamasıdır. Bir “açık toplum” olma kıvranışı, çeşitlenip zenginleşen ekranlarda kısmen yansıma bulur.
Elbette bu dönemde de futbol ve magazin revaçtadır, ama toplumun yıllarca bastırılmış bilgilenme, konuşma, tartışma ihtiyaç ve iştahının önü de açılmıştır. Bu yüzden doyasıya, hatta sabahlara kadar tartışma televizyon seyrinin önde gelen bir parçasıdır.
Yani dönem, “Siyaset Meydanı” ve Ali Kırca dönemidir.
Ve Yaşar Nuri Hoca da televizüel ufkumuzda bir “Siyaset- Meydanı fenomeni” olarak belirir.
O, İslâmi pozisyon itibarıyla “püriten”dir ve bu, eğer televizyonu salt eğlence (“entertainment”) aygıtı olarak değerlendirecek olursanız çok cazip bir nokta sayılmaz.
Yaşar Nuri Öztürk, ne bir Adnan Hoca, ne Cübbeli Ahmet, ne de bir Ömer Çelakıl’dır. “Folk İslâm”ın gelenekle sarmalanmış inanç pratiklerine de; bu İslâm’ın bamtelini oluşturan tarikatlara da; fal, medyumluk ve kehanetle sarmalanmış İslâmiparapsikolojik mevzulara da tahammülü olmayan, “kitabî” (yalnız Kuran’a referanslı), arınık ve normatif bir anlayış denilebilecek püritenizmin İslâmi çerçevede kararlı bir savunucusudur o.
Yaşar Nuri Hoca, evet püritendir, ama “Selefî” de değildir. Kuran’a sıkı sıkıya bağlılıkta belki Selefî İslâm savunucuları ile buluşsa da o, alabildiğine modernisttir. Günün koşullarıyla uyarlı mahiyette Kitab’ı yorumlayarak, elbette aklî şekilde dinin hayata geçirilmesinden yana olduğunu söylemek mümkündür.
Denilebilir ki o, Selefîlik gibi, bugünü “Asr-ı Saadet”e götürmek yerine, “Asr-ı Saadet”i bugüne, bugünün koşulları eşliğinde getirmekten yanadır.
Bu doğrultuda 1990’ların laik- ulusalcı-Kemalist kararlılık arz eden resmi-politik ortamına da uygun bir medyatik karakter olarak onay görmüş, önü daha da açılmıştır.
Dolayısıyla “televaiz”likte Yaşar Nuri Hoca’nın altın çağı, 1990’lar ile 2000’li yılların başlarıdır.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kalacak bir türkü söyler gideriz 10 Eylül 2018 | 3.904 Okunma Kovboylar yetmez, kotu da yasaklayın! 05 Eylül 2018 | 3.542 Okunma Betona tapanların mabedi yapıldı 03 Eylül 2018 | 3.675 Okunma Bir insanlık ibadeti: Cumartesi Anneleri 20 Ağustos 2018 | 156 Okunma ‘Eşkıya’nın namusu Deniz’den soruldu! 15 Ağustos 2018 | 2.575 Okunma