Fransız sosyolog Durkheim’in en parlak öğrencilerinden Robert Hertz, kısa ömrüne (1881-1915) abide bir yazı sığdırmıştır: “Sağ Elin Üstünlüğü: Dinsel Kutuplaşma Üzerine Bir Çalışma” (1909) başlıklı deneme, pek çok dünya toplumunda sağ elin sol el karşısında nasıl öncelikli, değerli, prestijli ve makbul sayıldığını örnekler.
“Solak” olanlar hemen her yerde cezalandırılmış, alaya alınmış veya ellerini kullanmaktan alıkonulmuşlardır. Toplumların pek çoğu sağ elle yemeyi teşvik etmiş, o elle selamlaşıp tokalaşmayı kurallaştırmıştır. Buna karşılık sol el, bizde de olduğu gibi “taharet” için kullanılıp kirlilik ve pislikle özdeştirilmiştir.
Tarihte sağ el, soyluluk ve aristokrasinin simgesidir; sol el ise köleliğin ve “ayak takımı”nın… Nitekim, siyasette sağ ve sol terimleri de benzer bir itkiyle 1789 Fransız Devrimi’nden köken alır. Devrim-sonrası açılan Birinci Cumhuriyet Meclisi’nde yeni sınıf burjuvazinin itici gücünü oluşturduğu, eşitlik ve radikal değişiklikten yana “ayak takımı”, yani halkı temsil edenler toplantı salonunun solunda, aristokrasi, yani soylular, sağ tarafta konumlanmıştır.
Hertz’in Yeni Zelanda Maorilerinden aktardıkları, “sağdan yana çark” yelpazesinin genişliğini gösterir. Maorilerde de sağ taraf kutsal, iyi ve yaratıcı olanı, sol taraf ise dünyevi, rahatsız edici, kuşku uyandırıcı olanı simgeler. Sağ, hayatın ve gücün tarafıdır; sol ölümün ve zayıflığın...
İnsan toplumsallığında böylesine yaygın, ortak ve “doğal”laştırılmış bir başka sembolik eşitsizlik bulmak zordur. İngilizcede “sağ’ anlamına gelen “right”, hem “hak” hem de “doğru” demek. “Solak” anlamına gelen “left-handed” sözcüğünün ise aynı zamanda acemi, salak, sinsi, entrikacı, ikiyüzlü gibi anlamları olduğu belirtiliyor sözlüklerde.