Tayfun Atay Cumhuriyet Gazetesi

Tarikat savaşlarına zemindir ‘Yeni Türkiye’!

İsmail Ağa Nakşibendi Cemaati’ne dâhil iki hasım oluşum, umre için gittikleri Mekke’de birbirine girdi. Kafa-göz dağıldı, kemikler kırıldı, kan-revan içinde kalındı. Mesele, çok...

01 Mayıs 2017 | 517 okunma

İsmail Ağa Nakşibendi Cemaati’ne dâhil iki hasım oluşum, umre için gittikleri Mekke’de birbirine girdi. Kafa-göz dağıldı, kemikler kırıldı, kan-revan içinde kalındı.

Mesele, çok büyük ihtimalle, “İsmail Ağa” denince akla gelen aslî figür, bu cemaatin kurucu şeyhi Mahmut Hoca (Ustaosmanoğlu) artık çok yaşlı ve ağır hasta olduğundan, vefatı sonrasında onun “miras”ına kimin konacağı!.. Çünkü ortada kimilerine göre üç-beş, kimilerine göre 10-15 aday var ve kıran kırana bir iktidar, tabii aynı zamanda da (özellikle Kuran kurslarıyla bağlantılı) “rant” savaşı söz konusu.

Yeni kitabım “Parti, Cemaat, Tarikat”tan (2017) bu bağlamda bir anekdot hemen:

“İsmail Ağa denilen yer, eskiden İstanbul’da Fatih-Çarşamba merkezli küçük bir oluşumdu. Şimdi onun bir ucu Kayabaşı’nda (Başakşehir tarafında en uç nokta) diğer ucu Gebze’de; bir ucu Şile’de, diğer ucu Yalova’da. Yani İsmail Ağa, sınırı nerede başlar, nerede biter belirsiz, o yüzden de o kadar kolay elle tutulur, gözle görülür bir oluşum değil. O yüzden tabii ki Mahmut Hoca’dan sonra ne olacağı da ürkütücü bir muamma. Ne 15’i, ben daha fazla aday çıkacağı kanısındayım şeyhlik iddiası için!..”

***
Demek ki Mekke’deki hadisede perşembenin gelişi çarşambadan belliymiş! Üstelik de “Çarşamba”nın hem mecaz hem de “mekân” (Fatih-Çarşamba) anlamında kullanılması kaydıyla!..
Müridler, müntesipler zikir çekmekten birbirini yemeye doğru “seyr-i sülûk” halinde yani…

Daha genel çerçevede bu, bir müminler savaşıdır ve müminin mümine münkir etmez ettiğini!..
Benim sosyal-antropolojik ömrüm, “insanda din-dinde insan” meselesini (“Kitap”tan değil) hayatın içinden okuma ile geçti. Ve gördüm ki İslam-içi çekişme ve çatışmanın şiddeti, İslam-dışı odaklara yönelik olanı bile gölgede bırakabiliyor çoğu zaman.

Mesela Nakşibendilikteki Vahhabi nefreti… Bunu çok yakından biliyorum. Karşı kutupta Nakşiliğe, daha doğrusu tasavvufa ve tarikatlara Vahhabi nefretine de tanık olma fırsatı buldum.
Fakat aynı tarikatın farklı kolları arasında birbirine girmeleri de çok “içeriden” gözlemledim. Hem de bu yazıda mevzubahis ettiğimiz İsmail Ağa cemaati yahut Mahmut Hoca çevresi ile benim tez konumu oluşturan Kıbrıslı Şeyh Nazım’ın Nakşibendi topluluğu arasında. 1990’ların başında. Üstelik gurbette, Londra’da…

Buna ilişkin de eski, daha doğrusu ilk kitabım, “Batı’da Bir Nakşi Cemaati”nden (1996) aktarayım:

“… (Ü)ç genç, Cuma namazından sonra Şeyh Nazım Camisi önünde belirdiler ve Mahmut Hoca’nın birkaç gün içinde Londra’da olup Aziziye’de [bir diğer cami] konuşma yapacağını bildiren kâğıtları namaz sonrası toplu halde camiden çıkanlara dağıtmaya başladılar. Bir Kıbrıslı Türk mürid [Şeyh Nazım’a bağlı] bunlara ‘Bizim şeyhimizi önce caminize davet ettiniz, sonra da konuşmasına izin vermediniz; şimdi buraya gelmiş, bizi bir başka şeyhi dinlemeye çağırıyorsunuz’ dedi. Buna üç genç, ‘Davet falan yoktu; bize sormadan duyuru kâğıtları bastırmışsınız’ diye karşılık verdiler. Bunun üzerine aynı zamanda kardeş de olan iki mürid, Aziziye’den gelenlerin üzerine yürüdü; bunlardan birisi, ‘Bir gün o camiyi yakacağım’ diye bağırdı. Diğer müridler zorlukla bu iki kardeşi zapt ettiler ve uzaklaştırdılar. Aziziye’den gelenler buna, ‘Şu işe bak! Müslüman, Müslümanı yakacak hale gelmiş’ diye karşılık verdi.”

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kalacak bir türkü söyler gideriz 10 Eylül 2018 | 3.904 Okunma Kovboylar yetmez, kotu da yasaklayın! 05 Eylül 2018 | 3.542 Okunma Betona tapanların mabedi yapıldı 03 Eylül 2018 | 3.675 Okunma Bir insanlık ibadeti: Cumartesi Anneleri 20 Ağustos 2018 | 156 Okunma ‘Eşkıya’nın namusu Deniz’den soruldu! 15 Ağustos 2018 | 2.575 Okunma