Bir süredir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarikat ve cemaat oluşumlarını denetimi altına almasından dem vuruluyor. Artık “FETÖ” diye lanetlenen Gülen Cemaati’nin ülkede ve devlette geldiği noktadan ağzı yanmış dinbaz iktidar, yoğurdu üfleyerek yeme çabasıyla böyle bir seçeneğe oynuyor.
19’uncu yüzyılın ikinci yarısında Şeyhülislamlık bünyesinde işlerliğe sokulan “Meclis-i Meşayih”e kadar yüzyıllar boyu devlete uzak, genelde mesafeli, bazen yakınında (içinde) ama çoğu zaman da onun karşısında olmuş tarikatlar, Cumhuriyet’te ilk defa bir tür “devletleştirme” sürecine sokulmak isteniyor.
İyi mi olur, kötü mü?..
Kimileri bunların kendi başına veya “başıboş” bırakıldıklarında daha ciddi sorun ve daha büyük tehlike arz ettikleri gerekçesiyle bu türden bir girişime olumlu bakıyor. Kimileri ise onların resmî meşruiyet kazanmasına bağlı olarak böylece ülkede ve devlette daha da rahat at koşturacak bir noktaya gelebileceklerini ileri sürüyor.
Tartışalım!..
Önce büyük harfle yazıldığında “Cemaat” denince akla gelen Gülen Hareketi üzerine bir-iki not tutarak başlayalım: O, cemaat olmanın da ötesine geçmiş bir oluşumdu. Bir dönem Gülen’in söylediği rivayet edilen “Cemaattik, ‘Cemiyet’ olduk” sözü de bu minval üzere değerlendirilebilir.