Geçtiğimiz çarşamba bu köşede kaleme aldığım “Türkçülüğün son esası ‘asimilasyon’ mu?” başlıklı yazıma yönelik Türk Ocakları Genel Başkanı ve üniversiteden kadim dostum Prof. Dr. Mehmet Öz’den mektup geldi. Haklı olarak, 1931’de işlevini tamamladığı gerekçesiyle “Resmiyet”çe kapatılan Türk Ocakları’nın 1949’dan itibaren milliyetçilik bahsinde bir kültürel-düşünsel odak olarak yeniden “canlandırılmasını” o yazıda (öncelikli konu gereğince de olsa) ihmal etmiş olmamı ince bir serzenişle hatırlatıyor. Doğrudur, araya bir cümle ile de olsa bu hususu eklemeliydim; üstelik Ocak’ın bu “ihya”sına değinen bir başka yazı da yazmıştım daha önce... Ah şu köşe yazısının “tasarruf” derdi!..
İhmalin bedeli, aşağıda ilginize açılan mektup. Ödemeye değer, mutlu bir bedel benim için!..
***
“Sayın Atay,
İngiltere ve Hacettepe yıllarından otuz yıllık dostunuz olarak yazılarınızı yakından takip ediyorum. Genel Başkanı olduğum Türk Ocağı’na da yer veren yazınız münasebetiyle bu satırları yazma ihtiyacını hissettim.
17 Ocak’taki yazınızda, sivil Türk milliyetçiğinin günümüzde artık ‘AKP ve Erdoğan’ın inhisarında’ göründüğünü ileri sürüyorsunuz. Yazınızda, özellikle günümüz siyasetine dair ilginç tespitler ve tahliller var. Ancak ben bunlardan ziyade Türk Ocakları’na dair ifadelerinizle ilgili noktalar hakkındaki kanaatlerimi ifade edeceğim.
İlk olarak, 1949’daki yeni döneminden itibaren Türk Ocakları’nın sivil milliyetçilik ala...