“Üniversite pazarı” başlıklı yazıma geribildirimler geldi.
Bunların bir kısmı benim bir vakıf üniversitesinde de çalışmakta
olmam üzerinden ne hakla böyle yazabildiğimi sorup sorgulama
cihetinde oldu. Bir kısmı yaptığım genel değerlendirme dışında
kalan özel/istisna olumlu verilerden hareketle haksızlık vurgusunda
bulundu. Ama tabii bir yandan da “fazlası yok eksiği var” diyen,
hatta üniversite bağlamında öğrenci ve hocalara “sektör ve
patronaj” karşısında “iltimas” geçtiğimden dem vurarak onların da
masum olmadığına dikkatimi “haşince” geçen dostlar oldu.
Ben yazdıklarımın noktasına virgülüne kadar arkasındayım; onların
içerisinde savunamayacağım hiçbir şey yok ve bu geribildirimlere
dilim döndüğünce cevabî açıklamalarda bulundum. Ancak bunlar
arasında bir tanesi var ki gerek üslubu gerek içeriği itibarıyla
daha geniş bir ilgiye açılmayı hak ediyor. Bir “can dost”, Prof.
Dr. Semih Bilgen yazdıklarımın “düşündürücü”
olduğu değerlendirmesiyle (ki ben onun zarafet ve inceliği
nedeniyle “üzücü” demek yerine düşündürücü demeyi seçtiğini
kuvvetle tahmin ediyorum!) hem karşı çıktığı hem de katıldığı
noktaları belirten bir mektup gönderdi. Sevgili hocamızın mektubuna
cevabımı ona gönderdim. Burada ise bir “asimetri” yaratmaktan
hassasiyetle kaçınarak yazdıklarını herhangi bir karşı görüş
bildirmeden paylaşacağım. Sadece köşemizin sınırları doğrultusunda,
kendisinin de onayını alarak bazı kısaltmalara gittim
yazısında.
Söz Prof. Bilgen’de…
*** “Çok değerli akademisyen, yazar, gazeteci Tayfun Atay’ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ‘Üniversite Pazarı’ başlıklı yazısı beni düşündürdü. Bir vakıf üniversitesinde mühendislik fakültesi dekanı olarak göre...