Cumhurbaşkanlığı
sözcüsü İbrahim Kalın,
geçtiğimiz günlerde Daily Sabah’ta kaleme aldığı yazıda Özgür
Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yeterli destek görmesi halinde“DAEŞ’le
de, Esed’le de” mücadele edebileceği iddiasında
bulundu.
Ayrıca ÖSO’nun Cerablus’a girmesiyle birlikte de
YPG’nin “DAEŞ”le savaşabilen tek unsur olma “efsanesi”nin
sona erdiğini kaydetti.
O halde bir başka “efsane” ikame etmekle meşgulüz!..
Böyle olunca bir ÖSO komutanı da vermiş coşkuyu
ve “Türkiyedestekli” muhaliflerin Cerablus’tan sonra
şimdi yeni hedefinin Menbiç, sonrasında El Bab ve Mare olduğunu
söylemiş.
Tabii bütün bu ifadelerin satır araları, IŞİD’i sınırdan
uzaklaştırdı diye parlatılan ÖSO’nun aslında Türkiye olmadan bir
hiç olduğunu da gayet güzel açık ediyor. Kalın’ın yazısından daha
detaylı aktaralım:
“Fırat Kalkanı Harekâtı, ılımlı Suriye muhalefetinin yeterli
desteği görmesi halindehem DAEŞ hem de Esed rejimi ile
savaşabileceğini ve Suriye’yi terörden
temizleyebileceğini gösteriyor.”
Harekâtın gösterdiği bu mu? Ortada ne IŞİD ne
de Esad bırakacak yetkinlikte
bir“terör-terminatörü” olarak ÖSO’nun adını tarihe altın
harflerle yazdırabileceği mi?..
Yoksa onun, “Fırat Kalkanı” ile Suriye cehennemine kara
gücü ile dalıp, hem IŞİD hem YPG ile savaşan Türkiye için bir
tür “koçbaşı” olduğu mu?..
Peki, Türkiye için her ne olursa olsun da ondan ötede ne ÖSO?..
Özellikle onu önüne sürdüğümüz IŞİD için ne?
Bu “kritik” soruya hanidir bu köşede aşina olduğumuz bir
kaynağa tekrar başvurarak ışık tutmaya çalışalım! IŞİD’in dünyasına
giren tek Batılı
gazeteci JürgenTodenhöfer’in “Terörün
Kalbine Yolculuğum” başlıklı, elden bırakılmaz kitabının
sayfaları arasına bir kez daha dalarak… (Bu kitabın hiç vakit
kaybetmeden derhal Türkçe çevirisi yapılarak basılması
lâzım.)