Din, yaşamla ölümün
arabulucusudur.
Bu itibarla dini önemsiz, anlamsız, değersiz
bir şey saymak mümkün değildir.
Din, yaşamayı seven ve sonsuza dek yaşamayı
arzu eden insanın, ölümle noktalanması mukadder olan hayatın onun
önüne açtığı çaresizlik karşısındaki dayanağı olarak elbette önemli
bir şeydir.
Ama din, “her
şey” de
değildir.
Dini “her
şey” yapmaya, hayatın her santimetrekaresine
hâkim kılmaya kalkıştığınızda çok tehlikeli bir aksi istikamete,
dini hiçleştirmeye doğru gidişin önünü de açtınız
demektir.
Her toplumda bir din ya da inanç sistemi
vardır.
Ama hayat, hiçbir toplumda dinden ibaret
değildir.
Dinden ibaret bir hayat önerisi, dini, yaşamla
ölümün arabulucusu bir söylem, kurum, pratik olmaktan çıkarır ve
yaşamla ölüm arasındaki mesafenin ortadan kalktığı, yaşamla ölümün
iç içe geçtiği ve ölümün hayata galebe çaldığı bir dünya halini
önümüze koyar. Ölüm ve ölümle ilgili temalar; cihat, şehit,
şehadet, ahiret, cehennem, cennet; bunlar hayatın akışına,
eğitimden medyaya, siyasetten spora, çocuk yetiştirme pratiğinden
tıp-sağlık hizmetlerine kadar her alana nüfuz
ettirilir.
Ölümle yaşar hale gelmektir bunun sonucu ve
insanın buna dayanması mümkün değildir. Er ya da geç, hatta
dini “hiçleştirme” pahasına
bu “cendere”den çıkmanın yollarını
arayacaktır.
Bakın, büyük ihtimal modern Batı’nın yalnızlık,
yabancılaşma, umursanmazlık, kimsesizlik, kaybolmuşluk gibi bir
dolu “psiko-kültürel” sorunundan
kaçıp “güçlü ve
dindar bir erkekle yeni bir hayat
kurmak” için IŞİD’e katıldığını belirten bir
Fransız kadın, militan eşi öldürüldükten sonra şimdi geri dönme
arzusuyla neler söylüyor:
“Hayatı seviyorum. Çalışmayı
seviyorum. Kot pantolonumu seviyorum.
Makyajı seviyorum, anne, babamı
seviyorum. İstediğim tek şey geri
dönmek, arabamı almak,
seyahat etmek!..”
Ve şu hayalini de
eklemiş: “Akdeniz’de
bir plajda bikiniyle denize
girmek!” (“DEAŞ’ın Gelinleri”,
Hürriyet, 18 Temmuz 2017).