Yıldız Savaşları aslında bir kovboy filmidir.
Sadece Amerika’nın “Vahşi Batı”sında değil Amerikanlaştırılmış bir uzayda geçer.
Kovboy, daha doğrusu Western’in ideolojik özünde Amerikan bireyciliği var.
Western, bireyciliğe (“Yanlız Kovboy”a), bireysel gücün övgüsüne adanmış bir destan.
1977’den bugüne içeriğinde hep karşımıza çıkan, adeta “epigram”laşmış “Güç seninle olsun” (“May force be with you”) deyişinin yansıttığı üzere Yıldız Savaşları da bireyselliği ve gücü yücelten bir destan. Daha da öte fantastik bir güç-tapımı ayini. (“May force be with you”, “May God be with you”nun ikamesi değil mi?!)
38 senede değişenler mi? Var elbette. Mesela ilk film Türkiye’de 1980’de, yani 3 yıl sonra gösterime girmiş. Bugünkünü gösterime girdiği anda, tüm dünya ile birlikte izleme şerefine nail olduk.
Tabii ki bu şeref, küreselleşmeye ait! Hem bugünle kıyaslanmaz teknolojik kısıtlılık, hem de siyasal sınırlılık (“Soğuk Savaş”) sebebiyle hayli dizginlenmiş işleyişteki kapitalizm ortamında kültür endüstrisinin akışı da yavaştı. Şimdiyse tüm dünyanın “pazar” haline geldiği küresel-dijital kapitalizm ortamında tüketimde eşzamanlılık olmazsa olmaz koşul. Özellikle kâr açısından… Baksanıza 1977’deki filmin hasılatı (o güne kadar sinema tarihinin en yükseği) 175 milyon dolarmış. Şimdi filmin sadece yapım maliyeti 200 milyon dolar! Hasılat beklentisi 2 milyar dolar.
Bu bir uzay filmi, ama uzayın bu kadar yeryüzüne “indirgendiği” başka örnek bulmak zordur. İster hayli “entelektüelist” olan Kubrick yapımı “2001 Uzay Yolu Macerası” olsun, ister popülist “Uzay Yolu” dizisi-filmleri olsun, onlarda uzay ötelerde, orada-uzakta bir boşluk olarak algılanmaya devam eder.
Yıldız Savaşları”nda ise uzay, öyle uzakta, esrarlı, bilinmez ve insanı kuşatıcı bir boşluk olmaktan çıkmış, en yıkıcı kültürel pratiğimiz “savaş” dolayımıyla, insan kullanımında sıradanlaşmış, “şeyleşmiş” bir alan haline gelmiştir.
Ancak Yıldız Savaşları uzayın gizemini bozarken insanı gizeme boğar! 1977’deki ilk filmde olduğu gibi şimdiki son (ama sonuncu olmayacağı anlaşılan) örnekte de “Güç”ün duyulardan (bilimden) ziyade duygulardan geçtiği vurgulanmaya ve “Gözlerini kapa, duygularını aç, hisset” denmeye devam ediliyor.
Ama ortada önemli bir dönem farkı var. 1977’deki film, “akla veda” diyen postmodern savrulmanın henüz etkinleşmediği; aydınlanmacı rasyonalizmin zindeliğini koruduğu; neo-liberalizmin ve neo-muhafazakârlığın henüz devreye girmediği; “devrimci” ütopyaların sönmediği bir dönemde beyaz perdeye gelmişti.
O yüzden filmin bilimsel akılcılığa karşı gizemli sezgiciliği öne çıkaran tavrı şiddetle eleştirilip yerden yere vurulmuştur. 2009’da kaybettiğimiz ve yokluğunu her geçen gün daha çok hissettiğimiz hocamız, iletişimbilimci Prof. Ünsal Oskay, tipik örnektir.
Kaleme aldığı bir hacimli eleştiride Ünsal Hoca, “ultra-modern giysiler içerisinde anti-modern mesaj taşıyan” bu “füturistik” (gelecekçi) filmin, yaşadığımız her şey için bilime saldırdığını, mistisizme ise şükran şarkıları söylediğini kaydedip onu “gelecekçi bir gericilik” örneği sayar. (Ü. Oskay, “Çağdaş Fantazya-Popüler Kültür Açısından Bilim-Kurgu ve Korku Sineması”, 1982).
Bugün böylesi, eleştirel aklı işlerlikte tutan bir iklim pek yok. Tersine neredeyse topyekûn bir “akıl tutulması” içindeyiz. Öyle ki filmin kurgusunda merkezi öge olan Jedi’lerin inancı, Amerika’da ciddi ciddi benimsenip “resmi” olarak kabul gördü ve “Jedi Dini”ne mensup bir dolu insan var!..