1. Allah, tabiatta olduğu gibi insan ahlakında ve toplumsal ilişkilerde de sebep-sonuç ilişkisi yaratmıştır. Fakat manevi olaylardaki nedensellik, maddi âlemdeki gibi açık ve net değildir. Mesela ateş yakar, güneş ısıtır, su söndürür veya harareti giderir. İnanç ve ahlakta da sebep-sonuç ilişkisi açık gibidir. İyi niyetle iyi bir insan olmak isteyene Mevlâ imanlı ve ahlaklı olmayı nasip eder. Fakat tercihini kötüye kullananlar için durum farklıdır. Bu kimselere Mevlâ bazen merhamet edip kötülükten uzak tutarken bazen de bu kimselerin kötü tercihlerinin karşılıklarını görmesini murat eder.
2. Fakat başkaları için yaptığımız şeyler ve özellikle sosyal olaylarda durum farklıdır. Biz, tebliğ ve mücadele ile mükellefiz. İnsanları terbiye etmeye ve kötülüklerine engel olmaya çalışırız.
3. Ama sonucun ne olduğunu bilemeyiz ve hatta bazen de bizim yaptıklarımız, sonucu değiştirmez. Zira herkesin tercihi, kendi manevi sonunu belirler. Zira her şey yine olacağına varır. Yani insanlar, cennetlik ise cennetliklerdir. Eğer cehennemde olmaları takdir edilmişse, bizim tebliğimizin bir faydası yoktur.
4. Yani cennetlik ve cehennemlik olmak, insanların kendi irade ve isteklerine göredir. Tabi ki buradaki istekten kasıt, içten ve gereği yapılan iradedir. Yoksa herkes zengin olmak ister ama aslolan bunun gereğini yapmaktır. Aksi halde kimse, zenginliği reddetmez.
5. Peki, o zaman biz niye mücadele edip tebliğ ve terbiye ile uğraşıyoruz? Tabi ki kendimizi kurtarmak için. Rızık meselesi de böyledir. Aslında bizim rızkımız takdir edilmiştir ama biz bunu bilmediğimiz için mücadele eder dururuz. Fakat yine eninde sonunda bize takdir edilen rızka nail oluruz. İnsanların hidayetleri de böyledir. Hidayeti verecek olan Allah’tır. Bizim mücadelemiz ise sadece bir vesiledir ve bizim görevimizdir. Biz tebliğ yaparak kendimizi kurtarırız. Tebliğ görevini ifa etmememiz ise başkaları için asla bir mazeret olmaz.