Kendisiyle görüşmek nasip olmadı. Birkaç ay evvel yazımı beğendiğini ifade ederek selam gönderdiğinde çok onurlanmıştım. Ömrünü, davası uğruna ağır bedeller ödeyerek geçiren ve bir kez olsun şikâyet etmeden fikir üretmeye devam eden devrimci mütefekkir, yiğit bir insandı o. Şerefini, onurunu, davasını hiçbir şeye değişmeyen kaç ahlaklı insan tanıyorsunuz?
Şimdi bu kıymetli insanın çektiği ıstıraplar üzerinden “Yetiş reis, İslamcıları tasfiye edecekler” diyerek sözde “dava” naraları atan lüpçü kesime ders verecek değilim. Çünkü bunu idrak edemeyecek kadar ciddi bir şuur ve bilinç kayması yaşıyorlar.
Geçenlerde bir okul müdürü “bedeli neyse biz ödedik” diyordu titizlikle inşa ettirdiği lüks makam odasında. Bedel dediği de Maarif Vakfı üzerinden gönderildikleri yurtdışı gezilerinde yaşadıkları ağır kış şartları ve üç-dört ay hanımlarından ayrı kalmalarıydı. Öyle ki parmağıyla “döner” koltuğunu işaret ederek biz bedel ödedik ve hak ettik diyordu. Hak ettik! Şimdi bu insanlara Salih Mirzabeyoğlu’nu anlatmak nafile bir çaba olur.
Çünkü mevzu üstadın anlattığı bir fıkrada geçtiği gibi anlamlı ve bir o kadar da trajik. Hani adam sabahtan akşama kadar Leyla ile Mecnun’un hikâyesini anlattıktan sonra muhatabına soruyor. Anladın mı? Cevap; Anladım anladım da bu Leyla Mecnun’un nesi oluyordu? O bakımdan diyorum artık dinlemiyorlar bile.
Lakin Mirzabeyoğlu’nun verdiği mücadeleyi anlamadan bugün küresel güçlerin kurduğu tuzakları anlayamazsınız. Mevzu bu bakımdan önemli.
Eli kanlı terör örgütü FETÖ'nün yayın organlarından STV’nin “Devletin anayasal düzenini yıkmak suçundan yakalanan terör örgütü lideri Mirzabeyoğlu…” şeklinde kesintisiz yayın yaptığı yıllara dönelim. Çünkü İBDA yayın organları Karar, Taraf ve Akıncı Yol dergileri asrın en büyük projesi olan FETÖ’yü deşifre etmiş ve müesses nizamın Türkiye çarkına çomak sokmuşlardı.