İsmet Özel, Tahrir Vazifeleri adlı kitabının 12.serisinde W.Goethe’nin “Her kim bir milyon okuyucu beklemezse bir tek satır bile yazmasın” sözüne karşılık şöyle bir cümle kuruyor; “Her kim beni okuyacak tek bir kişi bile vardır diye düşünüyorsa hemen yazmaya başlasın ve imkân bulursa ciltler dolusu yazsın.” İşte benim yazma serüvenim bu cümleyle başladı.
Oldum olası aykırı, titiz ve rahatsız edici bir kişiliğe sahibim. Sanırım bu yüzden bir milyon okuyucu beklemek yerine hep beni rahatsız eden meseleleri yazdım. Beni rahatsız eden hadiselerden ötürü rahatsız olanlarla da aram hiç iyi olmadı. Ne ben onları sevebildim ne de onlar beni.
Bir devlet okuluna adımımı attığım ilk gün çocukların o perişan, aciz, zavallı ve ızdırap dolu hallerinden ve onların kurmalı saat gibi dolaştırıldıkları soğuk binalardan rahatsız olmuştum. Düşünün o binalara okul diyorlardı!
Ders kitaplarındaki FETÖ propagandalarından, tarih sövgüsü şiirlerden, nötr cinsiyet projelerinden, ABD ile yapılan eğitim anlaşmalarından rahatsız olduğum için yazdım.
Kısacası bu ülkenin çocuklarına reva görülen tarihsiz, ruhsuz, 19.yüzyıl eğitim düzeneğinden rahatsız olduğum için bilhassa eğitim yazılarına ağırlık verdim. Sendikaların terör propagandası yaptığı, makam mevki için liyakati, ahlakı, vicdanı rafa kaldırdığı bir dönemde kimsenin yazmaya cesaret edemeyeceği meseleleri yazdım. Peki, başarılı olabildim mi?
O zaman yine Özel’den devam edelim ve başarı denilen şeyin ne olup olmadığına bir bakalım. Başarı denilen şey eğer bir yarışmanın sonucu elde ediliyorsa, başarılı kimse başkalarını alt ederek, gerileterek istenen sonuca ulaşıyor demektir. Yani başarı denildiğinde modern hayatın kabul ettiği gibi başkalarının felaketi pahasına ele geçen bir saadetten bahsediyorsak bu başarı değildir.