Tarih, 29 Mayıs 1453. Konstantinapolis’in alındığı o kutlu gün. Tüm dünya, bilhassa Hristiyan âlemi şokta. Onlara göre bu hadise “Dünyanın sonu” demekti. Bin yıldır “Batı’nın lideri, Yeni Roma, dünyanın merkezi, şehirlerin kraliçesi, yeni Kudüs” olarak görülen bu şehir düşmüş ve Mehmet adında bir Türk imparatorunun hâkimiyetine geçmişti.
Mehmet, Rum elçisine; “ Efendinize söyleyin. Ben, benden önceki sultanlara benzemem, sizin rüyalarınız benim yapabileceklerime erişemez” dediğinde onun ne kadar kararlı olduğunu belki de tahmin edememişlerdi.
O yüzden Konstantinapol düştüğünde buna inanmakta güçlük çektiler ve çok içerlediler. Beyazıt Akman’ın “Kayıp Tarihin İzinde” adlı son kitabında da ifade ettiği gibi o gün düşen gerçekte Yeni Roma İmparatorluğu’nun ta kendisiydi. Çünkü Konstantinapolis hem Hristiyanlığın hem de antik dünyanın bir milenyum boyunca merkezi olarak kabul edilmişti.
Bu bakımdan Batı dünyası Fatih’i lekelemek ve fethi gölgelemek için ne gerekiyorsa yapmıştır ve hala bu büyük fethi içlerine sindirmiş değillerdir. Öyle ki hemen her yıl fethin yıldönümünde ABD'nin Ohio Eyaletindeki Grove City kentinde toplanan binlerce Evanjelistin ana gündem maddesi hep “Fatih” olur.
Fetihten hemen sonra Kardinal Bessarione, Venedik doçu Francesco Foscari’ye yazdığı mektupta şu satırlara yer vermişti; “ Bizans’ın başkenti acımasız barbarların eline düştü, soyuldu, yakıldı, baştan aşağı yağmalandı. İtalya tehdit altında, tüm dünya tehdit altında”
Papa V.Nikolas ise Fatih’ten” Hristiyan Kilisesini canice yok eden, şeytanın oğlu, cehennemin çocuğu, Hristiyanların kanına susamış ölüm meleği” olarak bahsedecekti. Fatih’i, İncil’de anlatılan yedi kafalı kırmızı ejderha olarak göstermekten bile geri kalmadılar. Fatih onlara göre kindar, barbar, şeytanın oğlu, deccal ve tirandı.(Bu sıfatları hatırladınız mı?) Oysa anlatılanlar 1204 Haçlı istilasında yaşanan vahşetti. Sırf fethi gölgelemek ve Fatih’i lekelemek için 1204 vahşetinde yaşananlar o gün orada yaşanmış gibi abartılarak aktarılıyordu.