‘Bin düşmanın yıktığını bir “aşk” yeniden yapabilir’ diyordu Nurettin Topçu. O halde mektepten mabede, beşikten mezara kadar aşk. Ruhunu Anadolu topraklarından koparmayacak ulvi bir aşk. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur dahi bizim için şereftir’ diyen padişah torunlarının taşıyacağı aşk.
Atamız Fatih’in bize bıraktığı aşk. Selahaddin Eyyübi’nin tek bir emelle çarpan yüreğindeki aşk. Ve Recep Tayyip Erdoğan’ın omuzlarında taşınan aşk/dert.
Ve Anadolu’nun benzi soluk çocukları. Bin yıllık kadim tarihin üzerimize yüklediği derdi, şevki, aşkı taşıyamamanın verdiği solgunluk. Kalplerinin en derinlerine indirilen darbelerle leş kokan bir kibrin ve fitnenin ortasında öylece kalakalmış maziye hasret bir gençlik.
Genetiğiyle oynanmış tohum gibi yere saçılan bir gençlik. Fişini çektiğiniz anda yere yığılıp düşecek kadar makinenin esareti altında ıstırap çeken bir gençlik.Marka tutkunu haline getirilen bir gençlik. Aşktan, ruhtan, şevkten, düşünceden koparılan bir gençlik…
Ruhsuz mekânlar haline dönüştürülençorak mekteplerde çölde su arar gibi tarihlerini, şahsiyetlerini, benliklerini arayan bir gençlik.Kudüs’süz bir gençlik. Dünyanın süsü olarak nam salmış Kurtuba’yı tanımayan, Timbuktu’yu, Fez’i, Bağdat’ı Semerkant’ı bilmeyen bir gençlik.
Ve duaya yükselen ellerin yere düşüşü…