Yarın 28 Şubat. Yıllardan beri her 28 Şubat’ta, medyada yüzlerce
yazı yayımlanıyor ve yine çok sayıda yorum analiz yapılıyor.
Ancak bana göre, bu yazı ve yorumların çok az bir kısmı objektif,
bilgiye dayalı ve sağlıklı analizleri ortaya koyabiliyor.
Büyük bölümü ise maalesef inanç ve ideolojilerin bakış açıları esas
alınarak yapıldığı için, önemli eksiklikler, hatalı, yanlı ve
yanlış tespit, varsayım ve tahliller içeriyor.
28 Şubat sürecinin hem muhatabı hem de mağdurlarından birisi ve
canlı tanığı olarak bu konudaki düşünce, tespit ve analizlerimi
çeşitli defalarda, gazete yazıları ve TV söyleşilerinde dile
getirmeme rağmen, her yıl oluşan bu gündeme ilgisiz-duyarsız ya da
sessiz kalmanın, hem bir siyaset ve devlet adamı olmanın, hem de
okurlara doğru ve sağlıklı bilgi ve analizler yapmanın etik
sorumluluğu gereği mümkün ve doğru olmadığını düşünüyorum.
Çünkü TBMM’de kurulan 28 Şubat’ı araştırmakla görevli araştırma
komisyonuna davet edilmeme ve orada da düşüncelerimi ayrıntılı bir
şekilde anlatmama rağmen, söylediklerimin sonuç raporunda adeta
“sansüre” uğradığını da gördüm. Bu durumda susmak yerine, daha önce
yazıp-konuştuklarımı bıkmadan- usanmadan bir kez daha dile getirmek
kaçınılmaz bir görev benim için.
Hele iç cephede emperyalizm ve maşalarına karşı verdiğimiz mücadele
esnasında birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz
bugünlerde, yaşı 75-85 arasında olan emekli general ve askerlerin
“ağırlaştırılmış müebbede” mahkûm edilmeye çalışılması karşısında
daha önce defalarca yazıp-konuştuğum ama ne hikmetse sansüre
uğratılan düşünce ve tespitlerimi yine-yeniden gündeme getirmeyi o
dönem...