Yerel seçimlerin hemen ardından üst üste birkaç yazımızda, geniş
paydalı-toplumun mümkün olabilecek en büyük kesimini kapsayan,
eş/dost/akraba ve partizan olmayan ehliyet ve liyakat sahibi
isimlerden yeni bir Milli Mutabakat kabinesi oluşturulması ve
toplumsal bir uzlaşma ile ekonominin içine sürüklendiği krizin bir
istikrar programı ile aşılabilmesinin gerekli olduğunu
vurgulamıştık.
Aksi durumda, ekonomi-politik krizin giderek derinleşeceğini ve
uzayacağını, sonunda toplumsal huzursuzluk ve memnuniyetsizliğin
hızla artabileceğini, bu durumun da ister istemez erken genel seçim
koşullarını ve talebini gündeme getirebileceğini de
belirtmiştik.
Medyada bu görüşleri öne süren belki de ilk yazılardı bunlar.
T. Erdoğan’ın "Türkiye ittifakından" bahseden konuşması, benzer
şekilde Sn. Doğu Perinçek’in "Milli Hükümet" önerileri bir an için
aklıselimin ve demokratik uzlaşmanın umudu olabilir mi diye iyimser
sorular getirmedi değil akıllara.
Fakat heyhat. Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı yapılan buram-buram
provokasyon kokan, çirkin saldırı ve linç girişimi ve D.
Bahçeli’nin, "biz Türkiye ittifakını bilmeyiz, Cumhur ittifakından
gayrı" anlamına gelen açıklamaları büyük bir hayal kırıklığına yol
açtı, o söz konusu iyimser beklentiler açısından.
Türkiye’de siyasal İslamcı zihniyetle, Milli Mutabakat sağlamanın,
asgari müşterekte bile mümkün olamayacağının adeta bir kez daha
kanıtlandığı bir süreç yaşadık hafta sonunda ne yazık ki.
Bunları düşünürken, aklıma emperyalistlerle işbirliği yapan İran
Şahına karşı, Mollalarla işbirliği yapan İran solunun, özelde ise,
komünist TUDEH partisinin hazin sonu ve yanılgısı geldi ister
i...