Genelde “beton ekonomisi”, özelde ise “konut sektöründe”, ne
gelinen nokta, ne de geleceğe yönelik sinyaller artık olumlu
görünmüyor.
Bugün, Türkiye, borçlanma, özellikle dış borçlanma kapasitesini ve
kabiliyetini büyük alt yapı yatırımlarını finanse etmek amacıyla
uzun vadeli olarak büyük ölçüde kullanmış vaziyette.
Verimli, istihdam ve katma değer yaratabilecek yatırımlar için ise
kredi ve finans desteği bulması artık daha zor ve/veya pahalı hale
geldi. Kamu, özel sektörün kullanabileceği kredi ve fonlara bir
manada “el koydu”. Örneğin köprü, otoyol vb. gibi büyük yatırımlara
yüksek faizler ödeyerek dış kaynak temin etti.
Bu nedenle, artık beton ekonomisi yerine üretim ekonomisine cansuyu
olacak kredi ve fonlar ve bu manada Türkiye’ye verilebilecek
limitler kamu tarafından bloke edilmiş vaziyette.
Kuşkusuz ki, uzun vadede bunun bedelini yine millet, kullanmayacağı
ve geçmeyeceği köprü ve yollara “dolara endeksli” fahiş ücretlere
katlanarak ödemek zorunda kalacak.
Bankacılık sektörü bu tür yatırımların yanı sıra, rant
müteahhitliğini de finanse ettiği için, konut sektörü açısından da,
yeni ve ucuz kaynak ve kredi bulmak artık kolay gözükmüyor.
Konut sektöründe en önemli ve büyük ilimiz kuşkusuz ki
İstanbul’dur.
İstanbul, 1970’lerde toplam nüfusun yüzde 6-7’sini barındırırken,
bu rakam 1980’lerde yüzde 9’lara, 2000 yılında yüzde 18’e çıktı.
2016 yılı itibari ile İstanbul Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde
19’unu barındırıyor artık.
Öte yandan İstanbul ülkenin milli gelirinin yüzde
30&rsquo...