Sözde İstanbul’u Finans Merkezi yapacaklardı. Tabii bunun için
olmazsa olmaz gösterişli dev beton binalar yapılmalıydı.
İstanbul’un bağrına birer mızrak gibi saplanan, doğal ve
tarihi dokusunu tahrip eden, trafiğini kaosa çeviren, yeni
gökdelenleri inşa için ise kuşkusuz ki yandaş müteahhitlere iş
düşüyordu.
Bunlar öyle anlı şanlı müteahhitlerdi ki, özel hayatlarıyla
magazinden düşmezler, markete bile helikopterle giderler, lüks
araba koleksiyonları yaparlar, velhasıl her türlü görgüsüzlüğü ve
gösterişi milletin gözü önünde alenen sergilemekten
çekinmezlerdi.
Ama ekonomi, Damat Bakan ve hempalarının yönetiminde,
“başarıyla” resesyona girince, işsizlik-enflasyon ve faizler çift
hanelere fırlayınca, bu müteahhitlere de bir şeyler oldu
sanki.
Önce sesleri solukları kesildi. Ardından kamusal sermayeli
bankaların tarımı, KOBİ’leri, esnafı destekleyecekleri yerde
bunlara akıttıkları milyonlarca liralık kredilerin faizlerini bile
tahsil etmekte zorlandıkları haberleri çıkmaya başladı.
Ama ne gam. Bankalar bir anda gayrimenkul ticareti yapan,
emlak komisyoncuları gibi, “gel vatandaş gel, ucuza borçlan, bizim
malum müteahhitlerin ellerinde patlayan 800.000 konutu krediyle al”
kampanyalarına başladılar.
Fakat heyhat. Bu da çare olamadı bizim seçilmiş yandaş
müteahhitlerimize. O anda aynen Süpermen filminde olduğu gibi
ortaya süper bir kurtarıcı çıktı. Adı da “Varlık Fonu”. Hemen,
başladıkları inşaatları bitiremeyen, aldıkları kredileri
ödeyemeyen, yaptıkları konutları satamayan bu müteahhitlere,
ellerindeki millete ait varlıkların güvencesiyle “can simidi”
atarak, müteahhitlerin bor&c...