Halkoylaması sürecinde yoğun bir şekilde dış politika konuştuk. Belki de en fazla dış politika konuştuğumuz seçim süreçlerinden birisiydi. Zira başta ABD ve Avrupa’da olmak üzere yurtdışında 16 Nisan’a büyük ilgi vardı. Bu salt ilgiyle kalsa belki dış politikayı bu denli konuşmayabilirdik. Bu yakın takibin ilgiden ziyade tarafgirlikten kaynaklandığını bariz örneklerle gördük, yaşadık. Avrupa’da bazı çevreler futbol takımı tutar gibi taraf tuttular. Bu tarafgirlik de Türkiye’nin mezkûr ülkelerle ilişkilerine gerginlik olarak yansıdı. Halkoylaması bitti, EVET kazandı, hem Türkiye hem de dış dünya Türkiye’nin yeni gerçekliğine adapte olmaya çalışmaya başladı. Ya bundan sonrası?
Aslında 16 Nisan sonrası ifadesi yalnız başına bundan sonrasını yorumlamamıza yetmemekte. 16 Nisan Türkiye’nin yukarıda bahsedilen çevrelerle ilişkisini şekillendiren tek dinamik değil. Diğer bir ifadeyle kendisini 16 Nisan’da Türk halkının muhtemel tercihi karşısında konumlandırmış çevrelerin pozisyonları 16 Nisan’a özgü değildi. Önyargı, ezberler ve hatta operasyonları senelerdir devam etmekteydi. 16 Nisan bu çevrelerin aşılan son kırmızıçizgileriydi. Bu sebepten aynı çevrelerin Türkiye karşıtı pozisyonlarını 16 Nisan sonrası da devam ettireceğini tahmin etmek zor değil.
Maalesef Avrupa’nın çoğu yerinde Türkiye gündemi patolojik Türkiye karşıtları tarafından domine edilmiş vaziyette. Tarihi önyargılar kumpanyasının son sahnesinin adı Erdoğan düşmanlığı. Türkiye’ye dair her şeyi Cumhurbaşkanı’nın şeytanlaştırılması üzerinden açıklayan daha doğrusu açıkladığını zannedenler var. Bu en açık ifadeyle bir “geri zekâlılığa” işaret ediyor. Yurtdışındaki mecralarda Cumhurbaşkanı’na üç beş hakaret etmenin herhangi bir “geri zekâlıyı” Türkiye