Yaşadığımız günleri diplomasinin çöktüğü ve hemen hemen tüm devletlerin dış politikada çıkmazlara girdiği İkinci Dünya Savaşı günlerine benzetirim. Diplomasinin tıkandığı ve saldırgan aktörlere yol açıldığı bir zamanda sarsıntıları yıllar sürecek ve tüm dünya siyasetini şekillendirecek ölçekte bir savaşın patlak vermesi kaçınılmaz olmuştu. İngiltere’nin 1930’ların başında Nazi Almanya’sına karşı izlemiş olduğu ‘yatıştırma politikası’ biraz imkansızlıklardan, biraz iç kamuoyunun savaş karşıtlığından biraz da yanlış stratejiden ibaretti. Bir taraftan Birinci Dünya Savaşı yorgunu devletler yeni bir maliyetin altına girmek istemezken, kamuoyları ise ‘ne pahasına olursa olsun barış’ mantığıyla çatışmadan kaçılmasını istiyorlardı. Diğer taraftan ise Nazi Almanya’sının yayılmacı saldırganlığını Doğu’ya kanalize edeceğini düşünen Batılı devletler, çatışmaları birkaç sene kendi ülkelerinden uzak tutmayı başardılar; ama savaş kapıya dayandığında karşılaştıkları, yatıştırma politikasının cesaretlendirdiği ve güçlendirdiği Nazi Almanya’sı ve İkinci Dünya Savaşı’nın tahribatı izlenen politikanın ne kadar yanlış olduğunu acı bir şekilde tarih kitaplarına geçirdi.