Irkçılık kitlelerin gerçekle ilişkisini koparır. Sürreal bir balonun içerisine hapsettiği kitleleri, bindirilmiş kıtalar mantığıyla hareket ettirir. Gerçekle ilişkinin kopukluğundan olsa gerek ırkçılar tüm ben-merkeziyetçiliklerine rağmen diğer aktörlerin güdümüne girmeye de gayet teşnedirler. Bir ruhi patolojiye denk geldiğinden ırkçıların psikolojik etki altına alınması da zannedildiğinden kolaydır. PKK da hem bir terör örgütü olarak hem de bir ırkçı proje olarak sürreal balonun içerisinde yaşamaya devam etmekte, diğer aktörler tarafından çok rahat güdülebilmekte ve başkalarının planları üzerinden kendi projelerini gerçekleştirebilecekleri vehmine kapılmakta.
Tabii ki Suriye ve Irak’taki iç karışıklıklar sebebiyle PKK’nın önünün açılması, daha doğrusu tabiri caizse “köpeksiz köyde değneksiz gezmesi” PKK’nın bir “fasulye” olduğunu düşünmesine sebep oldu. Esed Suriye Kürtlerini dizginlemesi ve muhalefete katılmaması karşılığında kuzeydeki bazı noktaları “şimdilik” PKK’ya bırakınca, PKK kıymetini kendinden menkul bilmeye başladı. Daha sonra DEAŞ’la mücadele adı altında ABD’nin mayın eşeğine dönüşen PKK, ele geçirdiği toprakları koalisyon hava saldırılarından değil, hava saldırısı olmadığı zaman sınırda çekirdek çitleyen teröristlerinden bildi. Bir kendi kendini gerçekleştirme sanrısına kapıldı. Tıpkı Türkiye’de hendeklerle özerklik ilan edebilecekleri hayallerine kapılmaları gibi. Hendekleri hangi dış aktörün hesabına kazdılarsa kazsınlar, sonları hendeklere gömülmek oldu. Suriye’de de konjonktür rüzgarının kendi kendilerini gerçekleştirmesine yeteceği ve bir gün mayın eşekliğinden ileriye gidebileceklerini düşünüyorlar. Oysa fiili yönetimler bile kursalar yine mayın eşeğinden başka bir görevleri olmayacak. Taşeronluk DNA’larında var.