Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel çatışmalar, terör, işgal ve dış müdahale konularında 2011’den beri genellikle Suriye gündemi domine etse de “krizlerin babası” hükmündeki ülke Irak’tır.
Amerikan işgali ile birlikte uyuyan krizler ve hücreler harekete geçmiş, etkileri geniş İslam coğrafyasında hissedilecek fay hareketliliği sismik patlamalara ve şiddetli depremlere sebep olmuştu. Ülkelerin hassas demografik dengeleriyle oynamanın ve birlikte yaşama kültürünün altını oymanın nükleer bombadan daha ölümcül olduğunun anlaşılması zaman aldı. Hisroşima ve Nagasaki’de 200.000 civarı insan hayatını kaybederken Irak işgalinin tetiklediği depremler ve artçılar, yüz binlerce insanın hayatına mal oldu.
İşgalin başlangıcından bugüne akıllarda toplu yıkım, ABD çekilmesi, mezhep güdümlü cadı avı, DAİŞ işgali ve genetik kodlarıyla oynanmış bir Irak kaldı. Nuri El-Maliki kendisini ABD ve İran’ın Irak’taki çıkarlarının birleşme noktasında konumlandırarak başbakanlık koltuğuna oturunca ülkeyi bir Malikistan’a çevirecek askeri ve siyasi müdahalelerde bulundu. Bunun sonucu Iraklılık kimliğinin çözülmesi, Sünnilerin marjinalizasyonu, İran’ın nüfuz işgali ve radikal unsurların güçlenmesi oldu. Bu süreçte parçacıklı Şii siyasetinde en aykırı seslerden birisi ise Mukteda Es-Sadr idi.
ABD işgalinde önceleri ABD’ye karşı savaşan nadir Şii gruplarından olan Mehdi Ordusu sonraki dönemlerde içerisinden hem siyasi hem de askeri bir blok çıkarıp, Irak’taki en önemli güç simsarlarından birisi oldu. Maliki’ye ve Dava Partisi’ne antipatisi oldukça güçlü olan Sadr grubu, Irak’taki Şii siyasetin iç rekabetinin önemli bir cephesini de oluşturdu. Örneğin, Sadr, Anbar’daki Sünni kesimin protestolarında da Maliki’ye karşı göstericilere destek vermişti.