Aylar süren kirli ve bel altı bir seçim sürecinden sonra ABD’nin yeni başkanı Trump oldu. İki kötü tercih arasında bırakılan ABD seçmeni, daha önce denemedikleri bir seçeneğe yöneldi. Clinton, ABD’nin “House of Cards” dizisinde resmedilen Washington DC’nin kemikleşmiş kötülüğünü ve yozlaşmış siyaset yapma tarzını temsil ediyordu. Statükonun tam merkezinden gelen Clinton, seçmene cinsiyeti dışında yeni bir şey sunmuyordu. Hafif şekilde şahinleşmiş, yeni versiyon Obama politikalarından başka bir şey de vadetmiyordu. Trump ise tüm gaflarına, ırkçı söylemine, gayri ahlaki geçmişine rağmen kendisini başarılı bir şekilde statükonun karşısında konumlandırabildi. Sadece Demokratik statükonun değil; Cumhuriyetçilerin de yerleşik sistemine meydan okudu. Tüm çabalara rağmen Cumhuriyetçi aday olması da ABD’nin yeni başkanı olması da engellenemedi. Trump en son da anketçileri mağlup edip Beyaz Saray’a uzandı.
Seçimin ABD içerisinde ciddi tartışmalara sebep olacağı açık. Şimdiden gösteriler yapılmaya başlandı. Yakılan ABD bayrakları, Trump’ın başkanlığını kabul etmeyen açıklamalar, Kanada’ya göç planları gibi fevri protestolar bir süre sonra yatışacaktır. Fakat ABD-AB hattında yükselen göçmen karşıtlığı, ırkçılığa varan popülist vaatler, İslam karşıtlığı gibi trendler ABD’nin gündemini uzun süre meşgul edecek.
Gelelim Türkiye-ABD ilişkilerine. Türkiye’nin yeni ABD başkanından beklediği çok bir şey yok aslında. Yeni başkan, ABD’nin Türkiye açısından en kötü başkanlarından birisi ve bir pazarlama mucizesi Obama’nın yaptığı gibi teröre destek vermesin yeter. Türkiye açısından iki iç ve bir dış mesele yeni ABD yönetimiyle Türkiye arasındaki ilişkilerde belirleyici olacaktır.