Geride bıraktığımız hafta genelinde gerek küresel ve gerek ise ulusal düzeyde açıklanan veriler, belirsizliğin azalmasına yardım etmedi. Azaltılamayacak kadar büyük risk taşıdıkları için olumsuzluklara tahammülü olmayanlar, söylem ve eylemleri ile bu durumu kendi lehlerine kullanmaya çalıştılar; acil ihtiyaçlara odaklanıp sıkıntı yaratabilecek konuları görmezden gelmeye devam ettiler. Düşük işlem hacimleri ile şekillenen yatay eğilimler, büyüyen kafa karışıklıklarını ve artış eğilimindeki güvensizliği gideremedi.
Küresel ölçekte dikkatlerin döviz piyasaları üzerinde yoğunlaştığı dikkat çekti; iki önemli gelişme beklentileri farklılaştırmaya başladı, fakat malum kesimler en azından eylül ayı sonuna kadar bunların eğilimler üzerinde belirleyici olmasını önlemek için çok çaba harcamak zorunda kaldı. İlki Çin parasının açığa satılmasını engellemek amacı ile devreye sokulmuş önlemlerin kaldırılması idi; hemen akabinde gelişen ülke paralarında ve doların değerinde eğilim değişiklikleri yönünde sinyaller gelmeye başladı. Diğeri ise ağustos ayı ABD enflasyon rakamlarının beklenenden yüksek çıkması idi; bu gelişme bu yıl içinde dolar faizlerinin bir kere daha yükseltilmesi olasılığını güçlendirerek özellikle hacimli risk taşıyanları çok rahatsız etti!
Ülkemizde ise haziran ayı işsizlik rakamı ile temmuz ayı ödemeler dengesi verileri açıklandı. Ülkemizin büyüme yapısı dikkate alındığında, cari açık ile büyüme ve istihdam verileri arasında dikkat çeken bir çelişki var. İçerideki muhtelif türde ve eşanlı seferberliklere rağmen, altın hariç ocak-temmuz dönemi cari açığı oldukça sınırlı oranda artabilmiş! Eğer veriler gerçeği yansıtıyor ise, bu durumun düşük değerli Türk Lirası sayesinde gerçekleşmiş olabileceğini dikkate almak ve bu durumu terse çevirecek zorlamalardan kaçınmak gerekiyor. İlk yarıyılda ekonomi yüzde 5’i aşan oranda büyür ve işsizlik yüzde 13'ten yüzde 10,2’ye gerilerken cari açıktaki artışın sınırlı kalması, yan tesiri enflasyon baskısı olsa bile kötü bir şey değil; aksi yöndeki eğilimlerin toplam maliyeti çok daha ağır olabilir!
Yine ocak-temmuz dönemi ödemeler dengesi verileri dış finansman kalitesinin bozulmaya devam ettiğine ve döviz piyasalarındaki dengesizliğin azalmadığına işaret ediyor. Net sermaye girişleri, cari açığı finanse etmekte yetersiz kalmış ve sıcak para olarak bilinen portföy yatırımlarının payı artmış; net hata ve noksan kalemindeki 3,5 milyar doları aşan çıkışlar nedeniyle döviz rezervleri 4,8 milyar dolar azalmak durumunda kalmış. Toplam 17 milyar doları aşan sıcak para girişleri ise normal dağılmamış ve 10 milyar dolarlık kısmı mayıs ve haziran aylarında gerçekleşmiş; bu eğilim temmuz ayında devam edememiş!
Hemen yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız verilere bakılır ise faizlerdeki yükselişin işe yaradığı ve döviz piyasalarındaki dengesizliğin bu sayede yön değiştirdiği düşünülebilir! Fakat döviz hesaplarındaki 20 milyar doları aşan artışı nereye koyacağız? Yükselen faizlere rağmen, döviz talebi arzın iki katını buldu ise döviz kurları nasıl oldu da gerileyebildi? Kimler hiç istemedikleri halde azaltılamayacak boyuttaki risklerini kontrolsüz bir şekilde artırmak zorunda kaldı ve asıl önemlisi bundan sonra da bu yaklaşımı sürdürebilecek güçleri var mı?
Açıkça ortaya konması gereken bir durum var: içeride risklerini azaltmak üzere veya başka bir sebeple döviz alanlar ile azaltılamayacak boyuttaki risklerini artıranlar arasında bir bilek güreşi yaşanıyor. İkinci grup risklerini eski seviyesine döndürebilmek için ilk grubu köşeye sıkıştırıp kusturmaya çalışıyor ve bu konuda acilen sonuç almaya çalışıyor; ilk grup ise doğru bildiğinden şaşmayarak şimdilik tuzağa düşmüyor. Kurban Bayramı öncesinde döviz piyasaları aşırı oranda sığ iken yapılan operasyonları ve basını kullanarak öne sürülen aşırı iyimser tahminleri bu sürecin parçaları olarak görmek gerekiyor. Geride bıraktığımız hafta içinde yaşanan gelişmeler, kendilerini profesyonel olarak tanımlayan ve çıkarları lehine piyasa yaparak Siyasi İradeyi yönlendirmeye çalışanları ciddi bir açmaza sokmuş olabilir!