Geride bıraktığımız hafta, Merkez Bankalarının alacağı kararlar nedeniyle bekle-gör eğiliminin ön plana çıktığına tanık olduk. Yılsonunun yaklaşmış olmasının da katkısı ile işlem hacimleri düşüktü; kurumsal yapı fiyat oynaklıklarının artarak ek gerginliklere sebep olmasını ve bilançoların daha olumsuz görünmesini engelleme seferberliği içindeydi. 2018 yılına ilişkin beklentiler ile para otoritelerinin aldığı kararlar arasındaki ilişki büyük ölçekte görmezden gelindi, kısa vadeli öncelikler engeli aşılamadığı için gerçekler ön plana çıkamadı.
Küresel piyasalarda, yukarıda özetlediğimiz işleyişi aksatacak önemli bir değişiklik yaşanmadı; belirsizlik algısının yüksekliği yatay eğilimlerin belirleyici olmasına yardım etti. Bu durum ülkemizde daha ciddi dalgalanmalar yaşanmasını önleyen faktörlerden biri oldu; piyasaların yetersiz bulduğu ve olumsuz sürpriz olarak değerlendirdiği, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulunun faiz kararının etkileri sınırlı kaldı.
Bu yazıda ABD ile ülkemizdeki para otoritelerinin aldığı kararları irdelemeye çalışacağız. İlkinin neden gereken ölçüde sorgulanmadığını ve diğerinin hangi sebepler ile esas amacından uzaklaştırılmaya çalışıldığını anlamaya çalışacağız.
ABD para otoritesinin Açık Piyasa İşlem Komitesi kısa vadeli fonlama faizlerini bir çeyrek puan artırarak yüzde 1,25-1,50 aralığına yükseltti. Önümüzdeki yıl genelinde ise aynı büyüklükte ve tam üç kez faiz artıracağını, bilançosunun ise daha önce öngörüldüğü gibi 490 milyar dolar küçülerek 4 trilyon dolar düzeyinin altına ineceğini teyit etti. Piyasalar bu detayları tartışarak, kısa vadede inatlaşan bir görüntü sergilemekten kaçınıyor; faiz verim eğrisinin yatay eğilime dönüşeceği söylem ve beklentisi ile fiyatlama yapmaya devam ediyor. Başka bir deyişle piyasalar, para otoritesinin en fazla iki adet çeyrek puanlık faiz artışı yapabileceğini ve bir aşamadan sonra bilanço küçültmekten vazgeçmek zorunda kalacağı iddiasından vazgeçemiyor; tahvillerdeki balonlaşma ve buna bağlı diğer endişeler nedeniyle gerçekçi olunamıyor.
Eğer ABD para otoritesi kararlı bir şekilde açıkladığı çizgide yürümeye devam eder ise, riskten kaçınma eğilimi yeniden güçlenecek ve yeni bir küresel krizin kapısı açılacak; bu yöndeki endişeler gelişmelerin ve eğilimlerin kontrol dışına çıkarak yıkıcı olmaya başlamasında etkili olabilecek. Eğer piyasalar haklı çıkar ise, pek çok şeyin farklılaşmış olmasına rağmen sonuç yine değişmeyecek; emtia fiyatlarında yaşanacak yükselişlerin azdıracağı enflasyon baskıları nedeniyle riskten kaçınma eğilimi belirleyici olmaya devam edecek. Finansal açıdan 2018, bir yıl öncesine göre daha sıkıntılı olmaya aday görünüyor.
Hemen yukarıda anlatmaya çalıştıklarımız, Türkiye Ekonomisi açısından da finansal bağımlılıklar nedeniyle özel bir önem taşıyor. Faizlerdeki her yükselişin kalıcı olması olasılığını artırıyor! Bizim piyasalarımız çıkarları nedeniyle kısa vadeli bakış açılarının yarattığı körlükten kurtulamadığı için aksini iddia etmek açmazından kurtulamıyor. Yazdıkları senaryoyu, faizlerdeki yükselişin kalıcı olmayacağı varsayımına dayandırıyor ve küresel eğilimler konusunda gerçekçi olamıyorlar; ülkemizdeki enflasyon ateşinin baz etkisi ile 2108 ilk çeyreğinin sonunda düşeceği, faizleri geriletmenin ve kredi hacmini genişletmenin mümkün olacağı hayalinden medet umuyorlar!