Geride bıraktığımız hafta finansal piyasalarımızda yaşananlara
bakılır ise, genele yayılan güvensizliğin kritik eşikleri aştığı ve
tehlikeli olmaya başladığı söylenebilir. Döviz kurları ve faizler
yükseliyor, beklentiler hızlanan bir şekilde olumsuzlaşırken varlık
değerleri eriyor ve bilançolar yıpranıyor; derinlik buharlaşırken
panik eğilimler güçleniyor ve fiyat oynaklıkları artıyor,
sakinleştirme çabaları çok yetersiz kalıyor. Pek konuşulmamış ve
fiyatlanmamış olumsuzlukların devreye girmesi, tepkisel
yaklaşımları anlamsızlaştırırken her kesimi başının çaresine
bakmaya zorluyor.
Hemen yukarıda ifade etmeye çalıştığımız eğilimler bir çeşit sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Küresel koşullardaki olumsuzlaşma, ağırlaşmış sorunlar, makroekonomik görünüme ilişkin beklentilerin bozulması türünden konular sürpriz sayılamazdı. IMF’nin aşırı ısınma yönündeki değerlendirmesi ve bir kredi derecelendirme kurumunun yabancı para cinsinden borçlanma notumuzu kırması da çok anormal değildi. Fakat bu duruma rağmen para otoritesi ile ekonomi yönetimi arasında ortaya çıkan dramatik uyumsuzluk, gerginliğin büyümesine ve sigortaların atmasına sebep oldu; yazımızın başında özetlemeye çalıştığımız kaotik eğilimleri tetikledi. Beklenenden yüksek çıkan enflasyon rakamlarına verilen olumsuz tepkinin daha güçlü olmasında etkili oldu.
Para otoritesi ekonomik kırılganlıklar konusundaki hassasiyetleri dikkate alarak, son Para Piyasaları Kurulu Toplantısında faizleri yükseltiyor; bunun yeterli olmadığını görünce, belki de sistemi oluşturan kurumsal yapıyı Türk Lirasının daha fazla değer kaybetmesini önlemek üzere organize ederek döviz sattırıyor. Bu yaklaşım IMF ile kredi derecelendirme kurumlarının sergilediği yaklaşımın kesinlikle sürpriz olmadığını düşündürüyor! Ancak seçimlere ilişkin hesapların tutmayabileceğini hisseden Siyasi İrade, maliye politikasında ek gevşeme kararları ile eğilimleri kontrol altında tutmayı hedefleyen tüm girişimleri sabote ediyor; ekonominin durgunlaşmasını engellemeye veya başka bir deyişle cari açığı büyütmeye çalışıyor! Baskın seçime ilişkin tüm iyimser varsayım ve senaryoların buharlaşması, panik eğilimlerin etkili olması kaçınılmaz hale geliyor.
“Para otoritesi ve piyasalar arasındaki inatlaşma görmezden gelinemez”
Son haftalarda yaşanan gelişmeler ve eğilimler, 1994 yılında yaşadığımız kriz öncesini anımsatıyor. O dönemde de, yüksek faizi yüksek enflasyonun sebebi olarak gören bir Siyasi İrade vardı ve Ekonomi Yönetimi ile Para Otoritesi anlaşamıyordu. Merkez Bankası, enflasyon baskılarını hafifletmek üzere fazla likiditeyi çekmek ve olumsuz eğilimleri frenlemek derdinde idi; Ekonomi Yönetimi ise yaklaşan yerel seçimlerde başarı sağlamak üzere sonuna kadar gaza basılması ve likiditenin bollaşması yönünde ısrarlı bir tavır sergilemişti. Bu çekişme döviz kurları ve faizlerde anormal yükselişlerin, bilançolardaki tahribatın ve başka bir deyişle krizin sebebi oldu. Söz konusu dönemde de küresel koşullar dolar faizlerinde başlayan yükselişle olumsuzlaşma eğiliminde idi! Hiç kimse kazanan olamamış ve Türkiye kaybetmişti!
Sebep sonuç ilişkilerini farklılaştırarak durumu düzeltmeye çalışanlar hayal kurmasın! Yeni mağduriyetler yaratarak durumu düzeltebileceği gafletine kapılmasın! Küresel koşulların olumsuzlaştığı ve sorunların ağırlaştığı bir dönemde, Ekonomi Yönetimi ile para otoritesi ve piyasalar arasındaki inatlaşma görmezden gelinebilecek bir durum olamaz! Beklentiler kısa vadede düzeltilemeyecek şekilde bozuldu, hareket yeteneği ve olanaklar önemli ölçüde daraldı. Gerçekçi olabilmeyi beceremeyenlerin hesap ve strateji hataları, kırılganlık algılarını güçlendirirken güvensizliğin genele yayılmasına sebep oldu. Olumsuzluklara tepki vererek kayıpların geri alınabilmesi olanaksızlaştı!