O yıllarda Samatya bir şenlikti.
Neredeyse tümü avuç içi kadar bir meydana çıkan, yer yer
cumbalı kagir evlerin sıralandığı sokakların kokusu,
mevsime göre değişirdi. Örneğin ilkbahar geldiğinde
çevreye, hatta
yukarıdaki Kocamustafapaşa’ya
kadar, iplere dizilmiş çirozluk uskumruların geniz
yakan kokusu yayılırdı. Eskilerin “Küçük
Paris” de dedikleri Samatya,
yazları istavrit tava, kışa doğru midye dolma ve
lakerda, ama yılın tüm aylarında hep yosun ve deniz
kokardı.
Bizlere, yani o dönemin gençlerine
göre; semtimizin en çarpıcı özelliği, hangi
dine ve etnik kökene sahip olursa olsun, sakinlerinin
barış ve huzur içinde, kardeşçe yaşamayı başarmış
olmalarıydı.