“Abi, Söke’deki naylon çadırda doğduğumda 1,5
kiloymuşum.
Annemin sütü gelmeyince “Bu çocuk yaşamaz be!..”
demişler. Ama babam birkaç kilometre uzaktaki bir
çiftlikten inek sütü alarak beni beslemeye başlamış.
Böylece ilk 10-15 günü ölmeden atlatmışım. Aksilik bu ya,
bir süre sonra benim sütünü içtiğim inek ortadan
kaybolmuş! Çiftlik sahibi babamdan şüphelendiğini
söyleyince, jandarmalar soluğu bizim çadırda
almışlar!
Babamın “Vallahi ben çalmadım! Çalsam burada olur.
Ayrıca koca ineği kesip yememiz de mümkün değil,
suçsuzum…” diye yalvarmasına rağmen jandarma ikna
olmamış! Kelepçeleyip karakola götürmüşler. Suçu
orada da kabul etmeyince, başlamışlar işkenceye… Bir su,
bir elektrik… Ardından yine su, yine elektrik, yer misin,
yemez misin?.. Bu böyle 10 gün sürmüş. Bakmış işkenceden
kurtuluş yok, çaresiz suçu kabul etmiş. “Tamam” demiş.
“Ben çaldım!..”
Böylece işkenceden bitkin düşen jandarmalar derin bir
“Oh” çekmişler. Babamı mahkemeye çıkarıp, cezaevine
atmışlar!
Abi, Allah’ın büyüklüğüne bak!..
Bizim inek 3 ay sonra ortaya çıkmaz mı!.. Hem de nerede
biliyor musun? Çiftlik sahibinin erkek kardeşinin
bahçesinde!.. Meğer iki kardeşin arasında miras
ihtilafı varmış. Küçük olanı “Bu inek bana kalmıştı”
diyerek alıp götürmüş!”
Babam cezaevinden çıkmış, dosya kapanmış!
Ama hâlâ rüyalarından “İneği ben çalmadım” diye
bağırarak uyanır!..”