Hiç unutmuyorum, 1977 baharıydı…
TRT’nin tek kanallı siyah-beyaz televizyonunda ilgiyle seyredilen programlar hazırlayıp sunuyordum.
Doğanın gelinlik kızlar gibi renklenip güzelleştiği, Boğaz sırtlarında erguvan şenliğinin başladığı günlerin birinde, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ndeki odasında buluştuk.
Hoca o yıllarda insanların filmlerden, romanlardan tanıyıp korktuğu, hatta kimi doktorların bile hastalara yaklaşmaya cesaret edemediği cüzzama (Lepra) karşı müthiş bir savaş başlatmıştı.
Bu amaçla yurdu karış kırış dolaşıyor, ulaştığı her cüzzam hastasını yeni bulunan bir ilaçla tedavi ediyordu. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin arka tarafında, ağaçlar arasındaki çukur bir yerde inşa edildiği için uzaktan hiç fark edilmeyen küçücük Lepra Kliniği de bu tarihi çabaya odaklık ediyordu…
* * *
Mütevazı odasında çaylarımızı içerken “Bakın çocuklar” diyerek başladığı konuşmasında, toplumun cüzzamı yeterince tanımadığını, abartılı bir algının insanları çok korkuttuğunu anlatıyordu.
İlginç örnekler verirken, hastalığın bağışıklık sistemi güçlü olanlara kolay kolay bulaşmadığını, hatta evli çiftlerde, bazen hasta olan eşten diğerine geçmediğini söylüyordu.
Büyük bir ilgiyle dinlediğim konuşması içimi rahatlatmıştı. Ama kameraman ve sesçi arkadaşlarımın korkuları hâlâ sürüyordu. Hatta biri hocaya çaktırmadan kulağıma eğilip “Bu işten vazgeçelim be abi! Çoluk çocuk sahibiyiz” bile diyebiliyordu!..