Karlı bir kış günüydü. Karayelin savurduğu kar tanecikleri
irileşmiş, İstanbul’u beyaz bir örtü altına almaya başlamıştı.
Semtten arkadaşlarla Dolmabahçe Stadyumu’nun açık tribünlerinde
Fenerbahçe’nin Vefa ile oynadığı maçı seyretmiş, fena halde
üşümemize rağmen hemen evlere gitmeyip, futbolcuların çıkmasını
beklemeye koyulmuştuk.
Hepimiz özellikle Can Bartu’yu yakından görmek istiyor, nasıl
giyindiğini merak ediyorduk. Çünkü onun en şık giyinen
futbolculardan biri olduğunu biliyorduk.
Çok geçmeden çıktılar… Kaleci Şükrü Ersoy… Şeref Has…
Lefter… (Mehmetçik) Basrı Dirimlili… Ve Can Bartu…
Lacivert blazer ceket, dik yakalı açık mavi bir kazak, gri pantolon
ve lacivert paltosuyla sergilediği görünüme imrenmiştik.
Hepimizin içinden onun gibi giyinebilmek geçmişti.
Ama hayatın gerçeğine bakın ki cebimizde paso (öğrenci
tenzilat kartı) ile belediye otobüsüne binip evimizegidebilecek
kadar paramız vardı. Çünkü namusuyla çalışan babalarımız
maaşlarıyla ay sonunu zor getiriyorlardı!..
★★★
O yaz, henüz 18 yaşımda iken, mayıs başında, buz gibi denizde
yapılan sınavları geçip, Yeşilyurt’taki Çınar Oteli’nde cankurtaran
olarak çalışmaya başladım. Amacım hem babama yük olmamak, hem de
kazanacağım parayla okul harçlığımı çıkarıp Can Bartu gibi
giyinebilmekti!
Şansa bakın ki, tanışmaya can attığım Can Bartu, İtalya’ya
gitmeden önce, eşiyle bir haftalığına Çınar Otel’e
geldi!..
Tanışacaktık ama nasıl?
Onları rahatsız etmeden beklediğim fırsat, birkaç gün sonra
kendiliğinden çıktı. Lodosun denizi karıştırdığı bir gün,
Can ağabey koşa koşa gelip, üzüntülü bir ifadeyle, alyansını
denizde düşürdüğünü, bulursam çok mutlu olacağını
söyledi.
Heyecandan nasıl bir cevap verdiğimi
hatırlamıyorum ama galiba “Sizin kadar isterim, fakat bu
bulanık denizde çoktan kumlara karışıp kaybolmuştur” demiş
olmalıyım ki “Siz yine de benim hatırım için bir kez dalıp
bulmaya çalışın” dedi. Ben de kendisine hayran olduğumu,
hatırı için bir değil, yüz kez dalabileceğimi belirttim.
Palet, gözlük ve şnorkeli alıp birlikte yüzmeye başladık. Onun
gösterdiği yere ikinci dalışta alyansı gördüm. Kumlara gömülmemiş,
yosunların arasında kaybolmamıştı. Avuçlayıp çıktım. Öylesine
sevindi ki dalgaların üzerinde yürüyecek sandım!
Nihayet efsane ile tanışmış hatta ona “ağabey” deme
ayrıcalığına ulaşmıştım!..
İki Bartu bir arada…
★★★
İtalya’daki başarılarından gurur duyuyor ama bir an önce yurda
dönüp yeniden Fenerbahçe formasını giymesini özlüyorduk. O şanlı
formayı sadece futbol maçlarında giymiyor, kulübünü basketbolda da
başarıyla temsil ediyordu. Hem futbol, hem de basketbolda milli
formayı giyen tek sporcuydu. Çok genç yaşta Fenerbahçe efsanesi
olmayı başarmıştı. Bu köşede daha önce anılarımı paylaştığım
“Taçsız Kral” Metin Oktay ağabeyin jübilesinde onunla
formalarını değiştirmeleri nedeniyle, sadece Fenerbahçelilerin
değil, tüm futbolseverlerin gönüllerinde taht
kurmuştu.
Parlak bir zekâya sahipti. Müthiş
espriler yapardı. Kadıköy kültürünün temsilcisi, güçlü, eğilip
bükülmeyen, sağlam bir kişilikti. Onurunu her şeyden üstün tutardı.
Adeta bir yaşam biçimi modeliydi.