Doksanlı yılların başı…
Güzel bir bahar günü, hafta sonu tatili için ailecek ormanın içinde
bir ev kiraladılar. Dede, babaanne, anne, baba, kardeş, amca,
yenge, yani tüm aile, orada toplandılar…
Gece yakınlarına kadar gelen yılkı atlarının, kurtların, yaban
domuzlarının sesleri ile birbirlerini korkutuyor, hikayeler
anlatıyor, hoş sohbet içinde aile saadeti yaşıyorlardı.
Ancak henüz yaz gelmediği için hava soğuktu ve ısınmak gerekiyordu.
Erkekler ormandan çalı çırpı toplamaya çıktılar. Kozalaklar, dal
parçaları derken dede bir an durdu. “Topladıklarımız bize
yeter” diyerek ellerindekinin bir kısmını bırakmalarını
istedi.
İtiraz edenlere de “İhtiyacınızdan fazlasında tüyü bitmemiş
yetimin hakkı vardır. Bu hakka saygı duymamanın vebali büyüktür.
Ormanda yere düşen dal parçası bile milli servettir…”
dedi.
Diğerleri şaşırmışlardı!..
★★★
Oysa onu tanıyanlar için garipsenecek bir durum yoktu.
Çünkü dede, Besim Muzaffer Gürcan, Türkiye Cumhuriyeti’nin
devlet muhasebesini kuran üç kişiden biriydi. Mülkiyede maliye
hocalığı, Sayıştay’da hakimlik ve vekâleten Sayıştay Başkanlığı
yapmıştı. Devletin muhasebesini denetlerken gösterdiği
titizlik dilden dile anlatılırdı. Hayatı boyunca boğazından tek bir
haram lokma geçmediği gibi, ailesine de haram yedirmemişti.
Dürüstlüğün ödülünü, bir bürokratın yükselebileceği en büyük makama
gelerek almıştı.
★★★
Üniversite öğrenciliği sırasında ve meslek yaşamının başlarında
ek işler yaparak kardeşlerini de okutmuştu. Orman Mühendisi
kardeşi Türkiye’nin en genç yaştaki Orman Genel Müdürü olmuş,
Devlet Planlama Teşkilatı’nda birbirinden değerli uzmanlarla
birlikte çalışmış ve Sanayi Bakanlığı Müsteşarlığı’ndan emekli
olmuştu. Hakim olan küçük kardeşi de İzmir’de Adli Yargı Komisyonu
Başkanlığı’nda bulunmuştu.
Maliye Müfettişliği yaptığı
dönemde denetlediği kişilerden gelen servet büyüklüğünde rakamlara
tenezzül etmediği gibi, kardeşlerine destek için geceleri evinde
karısı ile gömlek dikerek üç beş kuruş ek gelir sağlamıştı. Kendi
çocukları da okuyup doktor ve mühendis olmuşlardı.
★★★