“Zaten göz gözü görmüyor, bir yandan da pat pat sesleri
yaklaşıyor, geliyorlar. Koşmayı geçtim, öksürmekten artık nefes
alacak halim kalmamış. Akaretler'deki Migros'un orda bir yerde
çöktük kaldık gazın ortasına, artık ne olacaksa olsun diye!..
Arkadaşım bana sarılmış ağlıyor, ben de artık buraya kadarmış diye
düşünürken, o gazın, dumanın arasından üç tane Beşiktaş formalı
çocuk çıktı…
O kargaşada bizi nasıl aldılar, oradan nasıl çıkarıp taa Yıldız'a
götürdüler,
hâlâ bilmiyorum, ama o formayı görünce yaşadığım hissi hayatım
boyunca unutmayacağım…”
* * *
“…Çarşı'yı bu denli sıra dışı yapan şey, polis şiddetine maruz
kaldığı anda ‘biber gazı oley' tezahüratını yapıyor oluşu
bence.
Sorarım size… Gecenin bir vakti polis şiddetine saatlerce
direnmişsiniz ve biber gazı bulutundan göz gözü görmüyor. O ortamda
kalkıp ‘biber gazı oley' diye bağırmak nasıl bir meydan
okumadır?”
* * *
Sadece şövalye ruhlu semt çocukları, yani siyah-beyaz Çarşı yoktu,
Türkiye'nin tüm renkleri oradaydı.
Kaynaşmış, tek renk olmuşlardı.
Örneğin kırmızılı kadınlar, siyahlı erkekler, duran adamlar, vals
yapan kızlar, şarkı söyleyen gençler, ezan okuyan antikapitalist
Müslümanlar, anneler, babalar, teyzeler, dedeler… Kısacası
“Geziciler” hep iç içe omuz omuzaydı.