Sevgili okurlarım;
Beşar Esad rejimi, Rusya ve İran’ın desteğiyle, ülkenin büyük bir kısmında hakimiyeti sağladıktan sonra, muhalif güçlerin ve cihatçı teröristlerin sığındıkları son kale olan İdlib’in geri alınmasına yöneldi. Ancak Türkiye, İdlib’e yapılacak askeri bir harekatın, canlı kalkan olarak kullanılacak çok sayıda sivilin öleceği bir katliama dönüşeceği gerekçesiyle buna karşı çıktı. Türkiye ayrıca bu harekatın yıkıcı sonuçlar doğuracak bir göç hareketine yol açacağını öne sürdü.
Türkiye’nin ısrarlı tutumu karşısında bölgede ateşkes ilanı ve bunu sağlayacak gözlem noktalarının tesisine gidildi. Sonra da 17 Eylül 2018’de, Türkiye ile Rusya arasında Soçi’de imzalanan mutabakat muhtırasıyla Türkiye, terörle mücadele kapsamında çetin bir misyon üstlendi. Bu arada Esad rejimi, ateşkesi bozarak Rusya’nın hava desteğiyle İdlib’i geri almak için askeri harekata girişti. Ağustos ayında Türkiye’nin Morek’teki 9’uncu gözlem noktasının Suriye ordusu tarafından kuşatılması, oraya takviye götüren konvoyun hava saldırısına uğraması ve sınırlarımıza doğru bir göç hareketinin başlaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 27 Ağustos’ta acilen Moskova’ya gitmesine neden oldu. Ankara’da 16 Eylül’de yapılan Türkiye, Rusya ve İran’ın katıldıkları zirve, tam da bu kriz ortamında gerçekleşti. İdlib sorunu bu toplantının gündeminin ana maddelerinden birini oluşturdu. Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde İdlib sorununa odaklanacağız ve Türkiye’nin bu cehennemden nasıl kurtulabileceğinin yol ve yöntemlerini irdeleyeceğiz.
Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, 16 Eylül’de Ankara’da gerçekleşen üçlü zirveyi ve buradan çıkan sonucu değerlendirdi.
UĞUR DÜNDAR (U.D.):
Üçlü zirvenin İdlib sorununa yaklaşımını ele almadan önce, İdlib’deki vahim durumu okurlarımıza anlatır mısınız?
SOÇİ MUTABAKATI’NIN GEREKLERİ YAPILMADI