İlkokul sonda, ya da ortaokul birinci sınıfta okuyordum.
Her yıl olduğu gibi o yaz da tatilimi, Silivri’nin Akören
Köyü’nde, dedem Nuri Özgür’ün yanında geçiriyordum.
Dedemin çok geniş toprakları, 200-300 baş koyunu, 7-8
ineği, hem ulaşım hem de çift sürme ve harmanda kullanmak üzere
beslediği atları vardı. Silivri’nin zenginlerinden
sayılırdı.
Eğersiz bindiğim için birkaç kez düşerek
ağzımı burnumu patlatmama rağmen Karyağdı isimli atı çok
severdim.
Dayılarım da “Bu at senin” derler, bakımını bana
bırakırlardı. Ben de onu gözüm gibi kollardım.
★★★
Bir gece derin uykumdan “Dur kaçma yoksa
vururum” diye bağırarak koşuşan insanların sesleriyle
uyandım.
Kulak verip, bunların dayılarımın sesleri olduğunu anlayınca
yataktan fırladım, dışarı çıktım. Olup biteni anlamaya çalışırken,
ellerini arkadan bağladıkları
bir adamı ite kaka ahıra sokmaya çalıştıklarını gördüm.
Konuşmalardan anladığım kadarıyla ahırdaki atlardan birini çalarken
yakalamışlardı.
Adam bizim köyden değildi. Dışarıdan gelmişti.
Daha önce de inek çalmaya uğraşmış, yakalandığında ağlayıp
yalvarması üzerine Hacı dedem, bir daha yapmayacağına dair Kuran
üstüne el bastırdıktan sonra jandarmaya haber vermeden serbest
bırakmıştı.
★★★
O zamanlar köyde elektrik, telefon yoktu. Küçük dayım Hayri
hemen atlardan birine atlayıp, jandarmayı getirmek üzere dörtnala,
Silivri’ye doğru yola çıktı.
Diğer dayılarım da (Allah rahmet eylesin 4 dayım vardı) av
tüfeklerini kuşanıp ahırın önünde nöbete durdular.
★★★