“1999 – 2001 yıllarında Adıyaman'ın Gerger İlçesi'nde Cumhuriyet
savcısı olarak görev yaptım. Bu küçük, fakir ama güzel ilçede adli
olaylar çok fazla değildi.
Günün birinde, yirmili yaşlardaki bir kadının tarım ilacı içerek
intihara teşebbüs ettiği, tedavi sonucunda kurtulduğu bilgisi
gelince, ‘acaba intihara teşvik' eden birisi var mı diye adli
soruşturma başlattım.
Kadın ifade verebilecek hale gelince, eşiyle birlikte adliyeye
davet ettim.
* * *
Ürkek, zayıf ve üzüntüsü yüzüne, titreyen ellerine, kısacası her
yerine sinmiş bir kadın geldi. Yanında adeta eşinin gözünün içine
bakan, ona bir şey olacak diye korkan, ama bir o kadar da olacak
şeylerin önüne geçmeye hazır bir erkek vardı.
* * *
Rutin ifade sürecinden sonra konuşmaya başladık. Kadın üç yıllık
evliliklerinde çocuk sahibi olamadığını, eşinin ailesinin başka bir
kadınla evlenmesi için yaptığı baskılara karşı çıktığını, onun da
kendisini çok sevdiğini ve bu nedenle kuma da getirmediğini
ağlayarak anlattı. Ben kendisine daha genç olduklarını ileride
çocuk yapabileceklerini belirterek moral vermeye çalıştım. Ayrıca
bu isteklerinin gerçekleşmemesinin, hayatını sona erdirmesine neden
olmaması gerektiğini de söyledim.
Kadın birden başını kaldırıp gözlerime acıyla baktı ve ‘İyi ama
savcı bey, buralarda çocuk çok önemli' dedi.
Kendisine benim de baba tarafından Diyarbakırlı olduğumu, benim de
çocuğumun bulunmadığını söyleyince, başını tekrar öne eğip yüreğimi
dağlayan bir sesle; ‘Ama savcı beyim senin nikâhın vardır'
deyiverdi!