Ailesi, yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca
aileden biriydi.
Onlar ki, vatanları Girit’ten, Sakız’dan,
Selanik’ten koparılıp, tıpkı Bafra’dan, Niğde’den,
Aydın’dan koparılan kaderdaşları gibi karşılıklı
olarak yerlerinden yurdundan edilmiş, gemilere
bindirilerek, ta Samandağ’dan Hopa’ya uzanan kıyı
şeridine liman liman, köy köy, kasaba kasaba bırakılmış
onurlu insanlardı.
Babası ailesinin dördüncü çocuğu, annesi de ilk
evlattı. İkisi de ilkokul mezunuydu. Baba
Karayolları’ndan emekli bir oto tamircisi, anne ise, ev
işçisiydi.
Bizim ülkemizde uzun boylu, eli yüzü düzgün oldun
muydu, adama mutlaka zengin çocuğu yaftası
yapıştırılır ya, oyunculuk da
böyledir. Diyelim ki aktörsün ve büyükelçi
rolünü başarıyla oynadın. Seyircinin belleğinde
yıllarca büyükelçi kalırsın!..
* * *
İzmir Karşıyaka’da başlayan ilkokul
macerası, Hatay semtinde son buldu. Bu yer değiştirmenin
mutsuzluğuyla yeni öğretmenini bir türlü sevemedi.
Hatta ilkokul mezuniyet fotoğrafını çektirmek için
arkadaşları sevinçle bahçeye koşarken o, başını
sıraya dayayıp, sınıfta oturmayı tercih etti.
Yüreğindeki mutsuzluk,mutluluğun karesine engel
olmuştu.
Sıklıkla haksızlığa uğradığı için,
çocukluğundan itibaren kime bir haksızlık yapılırsa
sanki kendisine yapılmış gibi hissetmeye, o duyguyla da
mağdurun yanında yer almaya başladı.