Babasının vefatından sonra, başarılı iş kadınının yükü iyice artmıştı. Neredeyse geceli gündüzlü çalışırken, sağlık sorunları yaşamaya başlayınca, doktorlara kimi zaman sesinin kısıldığını ve bazı hareketleri yaparken zorlandığını söyledi. Türkiye’deki tetkiklerde bir teşhis konulamaması üzerine 1998 yılında ABD’ye gitti. Houston’daki Methodist Hastanesi doktorları, yavaş ilerleyen bir felç türü olan ALS teşhisini koydular…
* * *
Artık yaşamında zorluklarla dolu bir süreç başlamıştı. Giderek
konuşma ve yazma yetilerini yitirdiğini fark ediyor, ama
mücadeleden vazgeçmiyordu. Hızla ilerleyen hastalık nedeniyle
güçlükle nefes alıyordu. Öyle ki, 2000 yılında ansızın gelen bir
krizde, kendisini hiç yalnız bırakmayan eşi, hastaneye son anda
yetiştirebilmişti.
Krizi atlatınca eşinin elini sımsıkı tutarak “Senden bir isteğim
var. Biliyorum ki beni yakında makineye bağlayarak yaşatacaklar. O
gün gelip sana sorduklarında ‘Hayır, izin vermiyorum’ demeni
istiyorum. Çünkü ben makineye bağlı bir yaşamı reddediyorum”
dedi!..
* * *
Eşi ne diyeceğini bilememiş, o anda adeta dünyalar başına
yıkılmıştı! Kızıyla birlikte bu isteği kabul etmemeye karar
verdiler. Genç kız yataktaki annesine sımsıkı sarılarak “Anneciğim,
senden bir şey isteyeceğim” dedi, “Ben daha çok gencim, sana
öylesine ihtiyacım var ki, anlatamam. Şirketteki görevlerini
hastalık nedeniyle bitirmiş olabilirsin. Ama bana olan görevlerin
henüz bitmedi. Beni liseden mezun edeceksin, üniversiteye
sokacaksın, evlendireceksin. Ne olur beni ve babamı yalnız bırakma.
Lütfen, evet lütfen bunu bizim için yapar mısın?..” diye
yalvardı.
Günlerdir konuşmayan annesi suskunluğunu bozup kızına “Tamam” dedi.
“Sen ve baban için yaşayacağım!..”
Bunları söylerken iki damla yaş, yorgun gözlerinden
süzülüyordu…
* * *
Kızıyla konuşması, hastada adeta tonik etkisi yaratmıştı.
15 gün ömür biçilmesine karşın, 4 ay sonra, hastaneden evine
çıktı…
* * *
Eşi ve kızının filmlere, romanlara konu olabilecek sevgisiyle 16
yıldır yaşam mücadelesini sürdürüyor.
Bu öyle bir sevgi ve ilgi ki, eşi neredeyse hastaneyi eve taşımış
durumda. Ayrıca tek kelime konuşamayan, hiç hareket yapamayan ama
gözleriyle her şeyi anlayıp anlatabilen hayat arkadaşını yurt içi
ve yurt dışı gezilere, müze ziyaretlerine ve konserlere götürerek,
yaşamdan kopmamasını sağlıyor.
Kendisinin uğraşıp özel olarak geliştirdiği makaralı, kaldıraçlı,
boyun yastıklı, hamaklı sistemlerle, yaz aylarında havuzda veya
denizde serinlemesini sağlıyor, düzeneklerin yetersiz kaldığı
durumlarda da kucağında taşıyarak yüzdürüyor. Yine kendisinin
geliştirdiği kızaklı, rampalı özel araçlarla dilediği yere
götürüyor.
Ayrıca her akşam hiç bıkmadan saatlerce konuşup, yurtta ve dünyada
olup bitenlerden, yaşadığı ilginç olaylardan haberdar ediyor.
Her şeyi gözlerinin içine sevgiyle bakarak anlatıyor.
O da bu sevgi ve ilgi karşısında sadece yaşamakla kalmıyor,
ülkesine ve insanımıza eğitim, kültür, sanat, bilim alanlarında
alkışa değer katkılar sağlamaya, azimle devam ediyor…
* * *
Onlar, 30 yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin eğitimine,
kültürüne, bilimine ve sanatına verdikleri destekle ülkelerine
hizmette sınır tanımayan, kelimenin tam anlamıyla örnek alınması
gereken Suna ve İnan Kıraç çifti…
Yaptıkları hizmetlerin anlatılmasından hoşlanmıyorlar ama ben yeri
gelmişken bazılarına değinmek istiyorum: