Hiç aksatmadan devam ettiğim İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde muhteşem hocalarımız vardı. Onlardan biri, Milliyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı; aklıma geldikçe oturup düşündüğüm, düşündükçe kendimi daha da üzgün hissettiğim, gözlerimin önünden geçen hayat hikâyesinin her karesine ayrı bir anlam katan, ülkede toplumsal kargaşa hâkimken uzlaşma temalı fikirleriyle insanları aydınlatmaya çalışan, ne yazık ki söyledikleri bazı kesimlere fazla gelen ve bir suikasta kurban giden halk bilgesi, efsanevi gazeteci Abdi İpekçi’ydi.
“Uğur, bu sınıftan üç gazeteci çıkacaksa biri mutlaka sen olacaksın,” demişti bana.
Onun bu sözleriyle enerji ve coşku durumum artmıştı. Ailemin de mali sıkıntısını göz önüne alarak daha çok çalışmış, üniversiteyi başarıyla bitirmiştim.
Diplomama kavuştuğum gibi, soluğu hocam Abdi İpekçi’nin yanında aldım. Çok sevdiğim bir gazete olan Milliyet Gazetesi’nde çalışmak için iş başvurusunda bulundum. Ercüment Karacan’ın sahibi olduğu Milliyet, Abdi İpekçi’nin yönetiminde bağımsız gazetecilik...