Henüz delikanlı iken bohçamı toplar, yollara çıkardım.
Özgür ve avare bir yaşam sürerdim…
Yemyeşil havzalardan, tozlu taşraya dek Matilda
Valsi'ni dinler, dans eder, gezer, onu diyardan diyara
taşır dururdum…
* * *
Sonra 1915'de, bana “Gel buraya evlat,
hovardalığı bırak, yapılması gereken işler var, onları
yap” dediler.
Başıma teneke bir şapka geçirdiler, elime bir silah verdiler ve
uygun adımlarla savaşa gönderdiler…
* * *
Gemi Gelibolu'ya doğru limandan ayrılırken, sallanan
bayraklar, tezahürat, çığlıklar ve gözyaşları arasında uğurlama
bandosu Matilda'nın Valsi'ni çalıyordu.
Nasıl da hatırlıyorum tüm ayrıntılarıyla;
Deniz ve kumsalın kanımızla kırmızıya boyandığı o uğursuz, berbat
günü.
Ve… Suvla Körfezi denilen o cehennemde nasıl paramparça
olduğumuzu…
Türk askeri hazırdı, bekliyordu, bilenmişti
kazanmaya…
Nitekim başladı bizi mermilerle ıslatıp yağmur gibi bomba
yağdırmaya.
Beş dakika dolmadan, hepimizi cehenneme
gönderdi.
Neredeyse gerisin geri, ta Avustralya'ya kadar
yollayacaktı…
Ama bando hâlâ Matilda'nın Valsi'ni
çalmaktaydı…