Uzun yürüyüşlerin zorluğunu, hele hazırlıksız çıkıldığında
insana ne dayanılmaz acılar çektirdiğini çok iyi bilirim. Çünkü
yaşadım.
Öğrencilik yıllarımızda bir haksızlığı protesto etmek için
İstanbul'dan Ankara'ya yürümeye karar vermiştik.İstanbul
Üniversitesi bahçesinde konuşmalar yaparken aramızdan birinin
“Haydi Ankara'ya Meclis'e gidelim”demesi üzerine,
o heyecanla, hiç tartışmadan ve ön hazırlığa gerek duymadan yürüyüş
kararı almıştık.
* * *
Aylardan kasımdı. Tepemizde güneş duruyordu ama Attila
İlhan'ın Sisler Bulvarı şiirindeki gibi üşüyorduk.
Üzerimizde kalın giysiler ve günlük ayakkabılarımız vardı. Yaklaşık
300 kişi, “Dağ Başını Duman Almış” marşını
söyleyerek Ankara'ya doğru yola koyulduk.
Ne var ki, saatlerce yürümemize karşın E-5 üzerinde bir arpa boyu
yol alamamış, ayrıca alacakaranlıktan yararlanıp sıvışanlar
nedeniyle yarı yarıya azalmıştık!
Daha da vahimi, Bostancı'daki tünele yaklaşırken ayakkabı
vurması nedeniyle sekerek yürüyenlerin sayısı bir hayli
fazlalaşmıştı! Vurmayanların ayakkabıları da paramparça olmuş, bir
daha kullanılmayacak hale gelmişti!
Bu acınası durumda Ankara'ya kadar nasıl yürüyeceğimizi kara kara
düşünürken, imdadımıza polis yetişmişti!
Tünel girişinde önümüzü kesen ekip arabasındaki başkomiser
“İzinsiz yürüyüşün burada bittiğini, hepimizin evlerimize dönmemiz
gerektiğini, aksi takdirde gözaltına alınacağımızı”
söylemişti.
Başkomiserin kararlı tutumu karşısında fazla üstelemeyip
dağılmış, Ankara'ya yürüyüş maceramızı orada
noktalamıştık!..
Ama haksızlığa karşı çıkmış, hak ve adalet arama yolunda
bir ilki başarmıştık.