“İsteyene vadeli döviz satacağım; ama vadede döviz vermek yok” tarzı bir döviz satış penceresi açıklayan bir merkez bankasına geçmişte, çoğunlukla sermaye kısıtları olan ekonomilerde rastlanıyordu. Parasının konvertibilitesi zayıf olan, sermaye kısıtları olan ülkelerde; hem kurun paralel pazarlarda (offshore) fazla değer kaybetmesine engel olmak için, hem de konvertibiliteye geçişte iyi bir araçtı bu.
Serbest kambiyo rejimi olan ve parası serbest dalgalanmada olan ülkelerde de yok değil; Brezilya ve Meksika’da kullanılıyor. Ancak Türkiye o koşullarda değil. Bunu kullanmak, geriye gitmek demek.
Merkez Bankası, “aman faize dokunmayalım da, etraftan dolaşalım” çabasıyla, döviz müdahalesinde “külüstür” yollara saptı. İşin doğrusu; Türkiye’nin sermaye serbestine geçtiği 1989 ile tam dalgalı kur rejimine geçtiği 2001’den beri kayda değer bir geri adım bu.
Geri adım; çünkü atılan adımla sonuçlarının getireceği potansiyel hasar ölçüsüz. Görünüşte reel kesimin kur riskini belli bir noktada Merkez Bankası üstleniyor olacak. Bu açıdan “faydalı” olarak değerlendirilmiş olabilir; ancak, bu tür “vadede dövizi satmak yerine kur farkını ödeyen” döviz müdahalesinde, ekonomik birimlerin aklına şunu düşürürsünüz “Merkez Bankası dövizin biteceği korkusuna mı kapılmış?” Nitekim açıklanmasıyla kura olan etkisi de yukarı yönlü oldu.
Merkez Bankası yönetimi herhalde “neyin olmayacağını” göstermeye çalışıyorlar. Elindeki en güçlü aracı olan TL faizini daha düşük bir dozda bile kullanmaktan kaçındıkça, yeni araçlarla “sabun köpüğü” etkiler dahi yaratamıyor. Hatta ters bile tepiyor.
NASIL ÇALIŞIR?