İlk açıklamalar, bu fonun neden kurulduğuna yanıt veremiyordu.
Kamunun deneyimli kurumları; Hazine ve Özelleştirme İdaresi’nin
yapamayacağı ne vardı ki koşa koşa varlık fonu kurulmuştu.
Bir yılı aşan bir dönemde “Ne yapacaksınız? Nasıl yapacaksınız?”
sorusunun yanıtını fonun başındaki kişiler de bilmiyordu.
Hatta öyle ki; TVF’na danışman olarak atanan firmalar yurtdışında
çeşitli finansal kurumları dolaşıp zemin yokluyordu. Öyle olmuş ki;
gezilen kurumlardan birinin, zemin yoklamaya gelen danışmana “bu
sorduğunuzu Türk Hazinesi epeydir yapıyor” diyerek ders verdiği
anlatılıyor finans kulislerinde.
Varlık Fonu kuruluşunun birinci yılı dolmadan atanan başkan
görevden alındı. Nedenini bilmiyoruz.
Şimdi yeniden, TVF başkanlığını görevini vekaleten yürüten Borsa
İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Karadağ, atıl arsa ve
araziler ile uzun vadeli alacakların nakde çevrileceğini, fona
devredilen varlıkların değerine göre yurtdışından finansman
sağlanacağını anlatıyor.
Böylelikle Türkiye’nin nitelikli yatırımlarına yüzde sıfıra kadar
inen maliyetlerde finansman olanağı sunulacağını anlatıyor.
Soru şu; arsa ve arazileri satma konusunda Maliye Bakanlığı’nın, ya
da devredilirse Özelleştirme İdaresi’nin uzmanlığı yok muydu?
Buradan gelecek kaynağı Hazine’ye koyup ne hedefleniyorsa o iş
yapılamaz mıydı?
İkincisi, bu arsa ve arazilerden gelecek kaynağın dişe dokunur bir
kaynak olması mümkün mü?
Üçüncüsü, eğer kamu arsa-arazi satarak sıfır faizle bugünden kim
olduğunu bilmediğimiz “nitelikli yatırımcılara” sıfır faizli kredi
verecekse bu bir gelir ya da servet transferi olacaktır. Oysa kamu
kaynaklarıyla yapılacak gelir ya da servet transferinin sosyal
amaçlarla toplumun dezavantajlı kesimlerin...