TÜRKİYE’DEKİ şirketlerin 10 yılda yaptığı borç artışı, Çin dışında tüm gelişen ülkelerin rekorunu elinde tutuyor.
Uluslararası Ödemeler Bankası BIS verilerine göre; 2017’nin üçüncü çeyreği itibariyle finans dışı kesimin kredi büyüklüğü milli gelirin yüzde 68.9’una gelirken, 10 yıldaki artış milli gelirin yüzde 33.6’sı kadar oldu. Yani özetle, reel kesimin borçları milli gelire oranla kabaca ikiye katlanmış.
Kredi büyümesinde temel sorun, bu borcun döviz ağırlıklı kaynaklarla yapılmış olması. Şirket hasılatı istikrarlı artmazsa hem de döviz kurunun getirdiği ilave yükü de karşılayacak kadar aratmazsa “yokuş” başlıyor.
Aynı dönemde, Türkiye’deki özel kesimin dış borcundaki artış 161 milyar dolar olurken; bunun 94 milyar dolarını bankalar, 67.2 milyar dolarını finans dışı kesim yani şirketler sağlamış. Kamu bankalarının da aynı dönemde ilave 32 milyar dolarlık kredi sağladıkları ve bunu içeride kullandırdıklarını not edelim. Şirketlerin döviz açık pozisyonu 2009’da kabaca 70 milyar dolar iken 2017 sonunda 212 milyar dolara ulaştı. Yani 140 milyar dolarlık açık pozisyon artışı var. Bunun anlamı; kur arttıkça şirketler zarar ediyor. Bu da potansiyel olarak sistemik risk yaratıyor.
Ekonomi politikasını oluşturanlar bu gelişmeyi seyrederken, “kısa sürede bu hızla koşmanın” ekonomideki sonuçlarını bir süredir hep beraber görmeye başladık.
Her “yumurta kapıya geldiğinde” olduğu gibi, geçen hafta şirketlerin döviz borçlanmalarına kısıt getirildi. Ama yine bu düzenlemeler, kimseyi dinlemeden, dinlenen de dikkate alınmadan yapıldı.
Türk Parasını Koruma Kanunu’na dayanan 32 Sayılı Karar’da değişiklik yapılarak; 15 milyon dolarlık mevcut kredi bakiyesi olan şirketler, yeni bir döviz kredisi almaya kalktıklarında “son 3 yıllık döviz gelirleri kadar” borçlanabilecekler. Yaptırım da bu kuralı aşan miktarların geri çağrılarak TL’ye dönüştürülmesi.