“Futbolu seviyorum, çünkü bilimle taban tabana zıt: Çelişkili, ilkel ve duygusal...” Valdano haklı. Bu tezin en büyük ispatı da bu Dünya Kupası’nda acı çeken Arjantin takımıydı bence.
1986 Dünya Kupası’nı Maradona’yla birlikte kazanan Jorge Valdano, futbolu sevme sebebini bilimle zıtlığıyla açıklamış.
Dünkü Arjantin takımın izlerken de akla gelen ilk 3 kelime buydu gerçekten.
Çelişkililer. Turnuvanın başından beri öylelerdi. Ellerinde belki de tüm zamanların en iyi forvet havuzu var: Messi, Agüero, Higuain, Dybala, Di Maria, Icardi... Ama sanki bu milli takımın esas amacı Messi’yi memnun etmekmişçesine davranarak tüm bu yıldızları yok ettiler. Bir daha da olmayacak böyle bir havuzları.
İlkeller... İlk 20 dakikada Mbappe ve Griezmann’ın hızı başınızı döndürmüş. Adamları seyretmek için bile yavaş kalmışsınız. Ve bu son derece yavaş savunmanıza devre arasında belki de turnuvanın en yavaş adamı Fazio’yu monte ediyorsunuz!
Duygusallar... Talih yanınızda olmuş, gruplardan bir sağ bekin ortası ve bir stoperin hayatının vuruşu sayesinde çıkmışsınız. Gruplarda aldığınız uyarıyı önemseyip artık daha çağdaş işler ortaya koymanız gerek. Ama turnuvanın belki de en iyi savunmasının karşısına Messi’yi “sahte dokuz” rolüyle çıkarıyorsunuz. Dünyanın en iyi 10 santrforunun üçü (Icardi, Agüero ve Higuain) Arjantin pasaportu taşıyor. Ama Fransa ile oynadığınız bu hayati maça en uçta Messi çıkıyor.
Fransa çok genç bir takım. Ama Mbappe, pasaportuna itiraz eden bir soğukkanlılığa sahip. Bu seviyede bir maçı evinin bahçesinde yürüyormuşçasına aldı götürdü genç adam. 20 yaşındaki Henry’yi görüyorum onda. Heyecan verici. Çok heyecan verici hem de.