Yürüyorduk…
Hayır, hayır; buna yürümek denemezdi; adeta koşuyorduk, tünelin
ucunda gördüğümüz o parlak ışığa, adalete, özgürlüğe, bağımsızlığa,
insanca yaşama, güneşli günlere bir an önce ulaşmak için adeta
kanatlanmış, uçuyorduk…
-Adalet Yürüyüşü’nün 20. gününde Kocaeli-Derince hattında Kemal
Kılıçdaroğlu ve on binlerle birlikte adeta akıyorduk!..
Ressamlar, tiyatrocular, edebiyatçılar, şairler, yazarlar,
gazeteciler “Sanatçılar Girişimi” çatısı altında katıldık bu kutlu
yürüyüşe.. Yürüyüş kortejindeki on binlerle, yol güzergahına
birikmiş birikmiş on binlerin desteğinde, yağmurun eşliğinde
dilimizde o çok özlediğimiz sözcüklerle yürüdük:
-Hak, hukuk adalet!..
İnsanlar gülüyor, insanlar ağlıyor, insanlar halay çekiyor,
insanlar en güzel şarkıları söylüyordu… Önümüzde seyreden otobüsün
arka camında dünyaca ünlü, Liverpool’a slogan olmuş o müthiş cümle
okunuyordu:
-You will never walk alone- Asla yalnız yürümeyeceksin!..
İtiraf etmem gerek, yürüyüşe dahil olduğunuz an artık durmak
olanaksızdı!..
Kemal Bey, sanki 20 gündür yürüyen o değilmiş, yürüyüşe o an
bizimle birlikte katılacakmış gibi zinde görünüyordu… Yaklaşık 11
kilometrelik son etapta yanımda yürüyen Uğur Dündar mesela; o
yaşına karşın, adeta genç bir maratoncu gibi dimdik ve tempolu
yürüyüşünü hiç bozmadı!.. Zaten o tempodan geri kaldığınız an
yürüyüşün de gerisinde kalıyordunuz… Ve hiç kimse bu olağanüstü
tempodan rahatsız görünmüyordu; aksine büyük bir coşku ve istekle
yürüyordu on binler…
Bir de protestocular vardı tabii… Yol kenarına aralıklarla
dizilmiş, aynı anda hem bozkurt hem de Rabia işareti yapan, “Reis”
posteri taşıyan üçlü, beşli grupçuklar… Yuh çekip küfür etmenin
dışında bir özellikleri yoktu… Hele bir tanesi reislerinin
posterini ters tutmuş olduğunu yürüyüşçülerin işaretiyle
anladığında öyle utandı ki, sormayın gitsin!..
Ancak günün protestocusu, “asılacaksınız” diye çığıran, ancak o
esnada şortu düşen trol artığıydı kesinlikle!.. Biz görmedik ama
yürüyüş kortejinin daha gerideki kısımlarına saldırmaya yeltenen
bir takım yaratıklar olduğunu ancak güvenlik güçlerinin
müdahalesiyle kontrol altına alındıklarını daha sonra öğrendik…
Güvenlik güçlerine de değinmem lazım; Çevik kuvvet, diğer polis
birimleri, jandarma, hepsi olabildiğince nazik, dikkatli ve
koruyucuydular… “Demek ki istenince olabiliyormuş” diye düşündüğümü
itiraf etmeliyim… Bir ara ufak çapta bir fırtına eşliğinde yağmura
yakalanınca sivil ancak üst düzey emniyet müdürü olduğu anlaşılan
bir kişi arabasının arkasından ısrar ederek kendi yağmurluğunu
verdi. Sonradan yalnızca adını öğrenebildim; Timur müdüre buradan
bir selam çakıp teşekkür ediyorum…
Yolun bir bölümünü Kemal Bey’le yürüdük…
Sorulan sorular aynıydı; “İstanbul’dan sonra ne olacak?”,
“İstanbul’a girişiniz engellenirse ne yapacaksınız?” Kılıçdaroğlu
her zamanki sakinliği ile aynı sorulara aynı yanıtları verdi
hep:
-Adalet Yürüyüşü bitmeyecek, adalet, hak, hukuk arayışı
sürecek!..
-Eğer engellemeye kalkarlarsa, o noktada oturma eylemi
başlatırız!..
Bu ülkenin aydınlık, yurtsever insanlarının en büyük korkusu,
milyonları harekete geçirdikten sonra, İstanbul’da miting
yapıldıktan sonra yine bir “suskunluk ve rehavet” dönemine
girilmesiydi; CHP lideri kesin bir tavırla “böyle bir şey
olmayacak” cümlesini defalarca kullandı..
Bir engelleme olasılığına karşı açıkladığı “oturma eylemi” ise bu
tür hayaller içinde olan iktidar cenahından bazılarına ve medyadaki
yanaşmalara karşı en etkili silah olarak ortaya kondu!..
-Ana muhalefet lideri oturunca neler olur?
Bunun hesabını yapabilecek bir yığın “başdanışman”, “danışman”
filan bulunur herhalde diye düşünüyorum!..
Son olarak; Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar çamur atarlarsa
atsınlar, yıllarca “al gülüm-ver gülüm” beraber yol yürüdükleri
FETÖ’yü de HDP üzerinden PKK’yı da yamamaya çalışsınlar
beceremeyecekler!..
Bu halkın, analarının ak sütü kadar helal olan adalet, özgürlük
isteklerini prangaya vuramayacak, çocuklarımızın geleceğini
çalamayacaklar…
-Gözlerimle gördüm, tanığım!..