İçimde küçücük hatta minnacık bir umut kırıntısı vardı…
Geçmişte yapılanları, 16 Nisan Referandumu ve Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde alınan kararları, mühürsüz oyları, hepsini ama hepsini
gayet iyi bilmeme karşın yine de “yok artık, bu kadarını da
yapmazlar, yapamazlar” diyordum…
İktidar ve küçük ortağı seçim sonrası 36 gün boyunca her yolu, her
taktiği denemiş, tüm olanaklarını seferber etmiş, YSK’da tarihinde
görülmemiş biçimde hepsini uygun görmüş olmasına karşın,
“Hepsi boşa çıktı işte; sığınacakları liman da kalmadı. YSK
reddetmeyecek de ne yapacak? Neye göre seçimi
iptal edebilir ki?” diyordum…
İktidar cenahının son çare olarak can havliyle, ortaya attığı
“seçim kurullarının bir bölümü kamu görevlileri tarafından
oluşturulmamış” başvurusu ise yalnızca beni değil,
hukukçular dahil, herkesi güldürmüştü… Her şeyden önce yasada nal
gibi yazıyordu:
–İlçe Seçim Kurulları, sandık kurulları oluşturmak için
kamu mensubu bulamazsa başka kişilerden de
yararlanabilir!..
Bitmedi; İlçe Seçim Kurulları böyle
bir durum oluştuğunda, YSK’ya bildirmiş ve izin alarak o kurulları
oluşturmuş, bu kurullar şubat sonunda partilere bildirilmiş, hiçbir
şikayet olmayınca 2 Mart’ta kesinleşmişti… Öyle ki, seçim
sonrasında Bursa Mustafa Kemal Paşa ve Erzurum Pasinler’de sandık
kurullarıyla ilgili aynı yöndeki itirazlar, YSK tarafından hem de
oybirliği ile reddedilmişti… Ben, “Yahu iyice rezil
olacaklar, nasıl olacak da YSK iki yerde reddettiği başvurunun
aynısını İstanbul’da kabul edecek, bu iş olmaz”
diyordum…
–Oldu, vallahi de oldu, billahi de oldu!..
YSK,
gözümüzün içine baka baka, kendini yok etmek pahasına iki yerde
reddettiği başvurunun aynısını İstanbul’da kabul etti ve seçimi
iptal etti!..
Bir diğer deyişle aynı anda adalet, hukuk, demokrasi, millet
iradesi, hakim sıfatı taşıyan 7 üyenin oylarıyla katledild...