Lise edebiyat kitaplarının birinde hiç unutmadığım, beynime
adeta nakşedilmiş bir yazı vardı: –
-Bakmak ve Görmek!
Çok etkilenmiştim. O güne
dek bilmediğim, ayırt edemediğim yaşamsal bir farkı açıklıyor,
bakmanın görmek demek olmadığını anlatıyordu!.. Uzun yıllar sonra
konuşmacı olarak katıldığım bir panelde Türk halkının duyarsızlığı,
unutkanlığı ve kolay idare edilebilirliğinden söz ederken özellikle
bir cümlenin altını çizmiş, kuvvetle vurgulanmıştım;
-Biz bakar kör bir toplumuz!..
Bir toplum nasıl
olur da körleşir?.. Nasıl olur da gözlerinin önünde söylenen
yalanları, yapılan alçaklıkları, ihanetleri, işlenen cinayetleri
göremez?.. Çok basit; eğer 80 milyonluk bir ülkede ortalama 3.5-4
milyon gazete o da okuyucuya rüşvet vererek satılıyorsa, halkın
yalnızca % 6.3’ü kitap okuyorsa, “ okumuş insan”
oranı ilkokul mezuniyetiyle eşdeğer tutuluyorsa o toplum bakar ama
göremez!
-Acı ama gerçek!
Sonunda mutlaka ama mutlaka sonsuz acılar çekeceği olaylara bile büyük bir vurdumduymazlıkla bakar. Sadece bakar, göremez!.. Bu tür mazohist toplumlar, kendilerini daha rahat kandırabilmek için atasözleri, deyimler bile icat ederler. Örnek mi? Bol miktarda ne yazık ki;
– Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!
– Pişmiş aşım, ağrısız başım!
– Gelen ağam, giden paşam!
Ama o bin yaşayan yılan eninde sonunda dokunur!.. Dokunmakla da kalmaz ezer, yok eder, köleleştirir!.. Ortada ne pişmiş aş ne ağrısız baş kalır. Gelen ağanın da, giden paşanın da bu anlamda hiçbir farkı yoktur. Duyarsız ve kör bir toplumda düşüncelerin iğdiş edilmesi, Milliyetçilik adına, Tanrı adına insanlar...