Ben gazeteciliğe Ankara’da başladım…
Henüz on yedi yaşında bir lise öğrencisiydim… Gençliğimin tüm
heyecanıyla, yüreğimin var olan tüm gücüyle solcuydum… Ve dönemin
en sağ uçta yer alan gazetesinde, Tercüman’da çalışıyordum!..
-Ancak orada iş bulabilmiştim, üstelik
torpille!..
Zaten çok uzun sürmedi, iki ay kadar sonra
kovuldum!.. Ardından büyük bir şans eseri girdiğim Anadolu
Ajansı’nda da aynı akıbetle karşılaştım… Genel Müdür Atilla
Onuk, kadrosuz olarak işe aldığı adamın sendikaya üye
olmasını hoş görmedi ve “güle güle” dedi!..
Ankara’daki gazetecilik serüvenimde Günaydın, Barış ve Ankara
Ekspres gazetelerinin isimleri de yazılı… Bekir Coşkun,
İbrahim Çıngay, Atilla Girgin, Nuri Kayış bir çırpıda
aklıma gelen şeflerim, müdürlerim.. Onlardan çok şey öğrendim…
Acaba hangisiydi; bir haberle ilgili sıcak tartışmanın tam
ortasında biraz da öfkeyle yapıştırıvermişti:
-Oğlum gazeteci olmak, önce adam olmak
demektir!..
Onlar adam gibi adamlardı… Ve adam gibi
gazeteciler yetiştirdiler… Bugün Ankara’nın ve İstanbul’un nabzını
elinde tutan, yönetici koltuklarında oturan sevgili arkadaşlarımın
önemli bölümü bu “okullarda” yetişti…
-O yılların Ankara’sında gazeteci olmak hem keyifli, hem de
gurur vericiydi…
Türkiye’nin en çalkantılı döneminde, gazeteciler arasında “suyun başı” olarak tanımlanan İstanbul’da çalışmak bir “taşralı gazeteci” için hiç de kolay değildi… Daha ilk günlerde, yıllar yılı öğrendiğim gazeteciliğin epey dışında, yeni ve sarsıcı deneyimler edindiğimi çok iyi anımsıyorum… O yıllar, müthiş bir cenderenin içinde çırpınan, en olmadık baskılarla boğuşan basının magazini keşfettiği yıllardı… Dallas dizisinin ülkeyi esir aldığı sır...