Tam 46 yıl oldu…
Yarım yüzyıl olmasına yalnızca dört yıl kaldı… Ama üç yiğit hala
20’li yaşların başında!.. 12 Mart darbecilerinin Türkiye’yi teslim
aldığı, gencecik çocukları sokak ortalarında, dağ başlarında
acımasızca avladığı, “Kara gözlüklü” generallerin
büyük bir iştahla avlanmalarını istedikleri çocukların listelerini
radyolarda ilan ettirdiği, TBMM’de saçı başı ağarmış koca koca
adamların hiç utanıp sıkılmadan “üç bizden, üç
sizden” haykırışlarıyla ölüm dansı yaptığı günler içinde
darağacına çıkarıldılar…
-Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin
İnan…
Ülkenin ABD emperyalizmine bir kez daha peşkeş
çekilmesinin ödülü olarak ilahlara kurban edildiler… Mahir
Çayanlar, Cihan Alptekinler, İbrahim Kaypakkayalar, buraya
adını sığdıramayacağım yüzlerce, binlerce genç yalnızca 8-9 yıl
sonra 12 Eylül Karşıdevrimi tuzağına yuvarlanacak olan Türkiye’nin
ufkunun iyice karartılması için Kızılderelerde, Nurhaklarda,
işkencehanelerde ölüme yatırıldılar!..
Ülkenin en saygın bilim insanları, gazetecileri, sendika liderleri,
aydınları normal şartlarda kahkahalarla gülünecek gerekçelerle
işkencelerden geçirilip zindanlara atıldılar, suikastlarla ortadan
kaldırıldılar… Ülkenin bir avuç efendiye teslim edilmesine karşı
çıkabilecek hiç kimse kalmamasına özen gösterdiler…
-12 Mart 1971, büyük felaketin başlangıcı, 6 Mayıs 1972 ise
büyük temizliğin miladıydı!..
Ancak bu isimleri insan
yüreğinden temizleyemediler!.. Hepsi bir kahramanlık abidesi, bir
özgürlük ve bağımsızlık meşalesi olarak yüreklere, beyinlere
çakıldılar…
Bu melanetin yaratıcıları, Memduh Tağmaçlar, Faik Türünler,
Tevfik Türüngler, Ali Erverdiler, Baki Tuğlar,
milletvekili oldular, içlerinden biri cumhurbaşkanlığına aday dahi
gösterildi… Zamanın en kudretli devletlüleri oldular, ancak
cisimleri gibi, isimleri de silindi gitti...